Ergenekon Dâvâsı’nda açıklanan kararlar Alman ve Fransız medyasında farklı yankılar uyandırdı; tabii hiç yankı olmamasını da bir tür yankı sayarsak...
Alman gazeteleri internet nüshalarında haberi ânında ve ayrıntılarıyla verir ve hattâ ilk yorumlarını dahî yayınlarken Fransızlar durumla hemen hemen hiç ilgilenmediler ki bu da Fransa’nın Türkiye’ye karşı takındığı geleneksel umursamazlık travrıyla uyumlu bir davranış.
Meselâ TS ile 15.15’de “Le Monde” henüz saat 09.30 (TS 10.30)’da koyduğu kısa haberi değiştirmemişdi bile.
“Le Figaro” ise zahmet edip saat 13.52’de (TS 14.52) mahkeme kararlarını kısaca vermek lûtfunda bulunabildi.
Alman gazetelerinde ise “Ergenekon” kararları, üstelik bu kelimenin nereden geldiği de îzâh edilerek, ayrıntılı biçimde ve internetdeki en ön sıralarda yer aldı. Buna muvâzî olarak bilhassa İstanbul’da sürekli muhâbir bulunduran Alman gazeteleri, bu cezâların fazlasıyla ağır olduğu ve muhtemelen sindirme amacına da yönelik olabileceği değerlendirmesine yer verdiler.
Bu vesîleyle Fransız ve Alman medyalarında Türkiye’ye verilen önem üzerinde durmak da öğretici olabilir. Zâten kimbilir kaç zamandır değinmek istediğim bir hususdu:
Türkiye’nin Alman medyasında öteden beri hep ağırlıklı bir yer bulması ve Fransız medyasının ülkemize tâbir câizse pek de metelik vermemesi husûsu yeni değildir, gelenekseldir ve tipikdir.
Bunu sâdece Almanya’da onyıllardır yaşayan üç milyon dolayında, hattâ belki de üç milyonu biraz aşkın Türk nüfûsuyla açıklamak eksik kalır. Ben bir tesâdüf netîcesi 1959 Yılı’nda Almanya’ya geldiğim zaman da durum, gerçi daha mütevâzı ölçülerde, ama yine aynıydı. Oysa o sıralar bütün Almanya’daki Türk nüfus on bin dolayında idi ki bunun da yarısını zâten öğrenciler oluşturuyordu.
Öyle sanıyorum ki bu önemseme meselesini târihî gelişmelerle îzâh etmek daha gerçekçi olur.
Türkiye Almanya için daha 15. Yy.’dan îtibâren “Şark” (Orient) kavramıyla eşanlamlı bir muhtevâ taşır. Nitekim Alman târih kitablarında “Türkenkriege” (Türk Harbleri) denilen neredeyse 300 yıllık mâcerâ da adı üstünde Türklerle Almanlar arasında yaşanmışdır.
Zâten o sırada “Şark”ın hemen tamâmı Türk hâkimiyetindeydi. Osmanlı çekilirken Almanlar bu bölgelere girememişler, ama Fransızlar, başda Kuzey Afrika olmak üzere Arab Âlemi’nin geniş bir kısmını işgâl etmişlerdi. Kısacası Fransızlar için kısmen 150/160 yıl kadar egemenlikleri altında tutdukları bir dizi Arab ülkesi, bir türlü baş edemedikleri Türkiye’den önemlidir. Ama bizlerde “Batı’ya açılan penceremiz” olarak öteden beri bir Fransız hayranlığı vardır.
Şimdi geçdi ama keşke yerini bu sefer de Amerikan budalalığına bırakmaksızın adam gibi geçseydi.
Benim bu Ergenekon hükümleri konusundaki değerli görüşlerime gelince:
Bir kere şunu derhâl şiddetle vurgulamalıyım ki “darbecilik” denilen ahlâksızlığa ben kendimi bildim bileli nefretle karşı çıkmışımdır. O bakımdan darbeye tevessül edenler, yasaların bütün şiddetini üzerlerinde hissedince bu benim için elbet bir ferahlama kaynağıdır.
Hissetsinler ki arkadan gelenler arasında aynı nâmussuzluğa heveslenenlerin cesâretleri kırılsın!
Herkes nihâyet öğrensin ki bu memleketde artık iktidâra gelmenin yolu sandıkdan geçer!
Ancak bu mahkûmiyet kararlarının bütün sanıklar için “tam kıvâmında” olup olmadığını söyleyemem.
Samîmiyetle îtirâf edeyim ki bilmiyorum!
Ancak yargıçlarımızın böylesine önemli bir konuda mümkin olan en büyük hassâsiyeti gösterdiklerinden de emînim!
Ayrıca, pek çok siyâsî dâvâda olduğu üzere bu mahkûmiyetlerin birkaç seneye kadar affa uğrayacağına da emînim.
Türkiye’yi yönetenler, iç barışımız için gerekli olacak bu adımı atma “ferâseti”ne sâhibdirler.
Tabii ki neredeyse babadan oğula devredilen darbe “verâseti”nin de kökü kazınırsa!