Şu, ABD Merkez Bankası (Fed) tutanakları meselesine geleceğim. Çünkü 2001 krizinin tam 12. yılında biraz para politikaları ve merkez bankası tartışması yapmamız gerekiyor. Ama önce ufak bir hatırlatma: Evet, Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrası Başbakan Bülent Ecevit’in, ‘Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer toplantı sırasında bana Anayasa kitapçığı fırlattı’ dediği basın toplantısının üzerinden tam 12 yıl geçti. Yani 2001 krizi diye bilinen sürecin başlangıç noktası. Ecevit’in bu açıklaması zaten bir bahane bekleyen ‘piyasaları’ çıldırtmaya yetmişti. Borsa yüzde 20’lere yaklaşan düşüşle krizi hemen haber verdi zaten. Bir müddet sonra banka sistemi kilitlendi, kurbanlar seçildi ve faizler yüzde 7 bin 500’lere çıktı.
2001 krizine gidilirken 57. hükümetin akıl hocaları şimdi İsrail Merkez Bankası’nın başkanı olan Stanley Fischer, IMF Türkiye masası şefi Coterelli gibi isimlerdi. Zaten IMF krizle birlikte hemen Türkiye’ye çöreklendi. Ama 21 Şubat’daki Milli Güvenlik Kurulu kadar önemli bir tarihte 9 Aralık 1999 tarihi idi. Bu tarihte Merkez Bankası kur çıpası uygulamasına geçmiş yani kur için bir fiyat taahhüdü içeren sistemi kabul etmişti. Bu sistem aslında bir nevi ‘Para Kurulu’ uygulaması ve çok eskilere dayanıyor. Britanya, 1800’lerin ortalarında sömürgelerinde bu sistemi uygulamaya başlamış. Kısaca şöyle; yerel para güçlü paraya (dönemin rezerv parası) sabitleniyor, dışarıdan döviz talebi olduğunda bu sabitlenmiş kurdan satış yapacaksınız ki, ‘yabancılar’ zarar etmesin, sonra yerel merkez bankası yalnız net döviz girişi olduğunda kredi genişlemesi oluşturabilecek, yani merkez bankasının banka sistemini düzenlemesi, kaynaklarınızı şuraya yönlendir demesi mümkün değil. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri güçlü olacak. Durmadan temel rezerv parayı alacaksınız. Temel rezerv para ise Para Kurulu’nun ortaya çıktığı 1800’lerde İngiliz Sterlini şimdi ABD Doları. Sonra bu Para Kurulu uygulaması, kapitalizme merhaba diyen eski Doğu Bloku ülkelerini iyice teslim almak için ve Arjantin gibi Latin Amerika ülkelerini de cunta sonrası yönetmek için kullanıldı. Para Kurulu sistemindeki mekanizma çok tanıdık aslında; piyasa dışı koşullarda belirlenen kur, (tabii faiz) bunun sonucunda gereksiz değerli yerel para, yüksek faiz, durmadan borçlanan bir ekonomi, artan ithalat, düşen ihracat... Tabii ki, çürük ve yağmayı kolaylaştıran bir banka sistemi ve çakma dışarıya teknoloijik olarak bağımlı bir sanayi yapısı da buna eşlik ediyor. İşte Türkiye yıllardır böyle soyuldu, bu soygun mekanizması en çok, 1994 krizi, 28 Şubat süreci ve 2001 krizine giden yolda ayyuka çıktı. Türkiye, 2001 krizi sonrası bu soygun mekanizmasını yürüten siyasi yapıyı tasfiye etme sürecine girdi, bu tarihi bir fırsattı ama Kemal Derviş’le empoze edilen ve ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş’ adı verilen ekonomik paradigmayı tam anlamıyla ortadan kaldıramadı. Hem 2001 krizi öncesi yağma ekonomisini hem de kriz sonrası ‘kurucu’ sermaye yapılarını bir araya getirmeye çalışan güçler, 2002’den başlayarak darbe girişimlerinde bulundular. Bugün tartıştığımız ve yargıda olan Balyoz ve ekleri Ayışığı, Sarıkız vb. darbe girişimlerinin ekonomi-politiği budur.
2008: Bir dönüm noktası
Türkiye, esas olarak, 2008 sürecinde IMF ile yeni bir stand-by yapmayı reddederek Derviş’in ve IMF’nin örtülü programını aşma adımını attı. Böylece, 2010 ve 2011’de sanayi bazlı büyümeyi gerçekleştirdik, bu ivme AK Parti’yi de yüzde 50’ye taşıdı. Bu, aynı zamanda, küresel rekabeti öne çıkaran yeni bir sermaye sınıfı da demekti. Burada ‘eski’ kurucu sermayenin büyümesi düşmedi ama bu ikincilerin önünde artık ciddi rakipler vardı. Çünkü Türkiye’de yatırım ortamı iyileşiyor, bu piyasalara girişi rahatlatırken, istikrarın demokrasi ile sağlanması, hiç şüphesiz bugün barış sürecine giden yolu başlatıyordu. Şimdi bakın, yine bazı güçler ısrarla, bir Para Kurulu uygulamasının gölgesi gibi, gereksiz değerli TL, yüksek faiz ve bu yüksek faize bağlı kısa vadeli sermaye girişleriyle dönen, banka sisteminin kesinlikle KOBİ’leri finanse etmesini önleyen- buna ‘zararlı kredi genişlemesi’ diyen- bir ekonomi politikası için bastırıyor. Bu tuzağı görelim. Türkiye bu 12 yılda çok güçlü kurumlar geliştirdi, siyaset kurumu bağımsızlaştı ve önündeki tuzakları görmeye başladı. Ama hâlâ mayınlı tarlada yolumuzu arıyoruz.
Bu hafta piyasaların tartıştığı Fed tutanakları bize bir merkez bankasının nasıl herşeyi önüne katıp götürdüğünü gösteriyor. Ama o, küresel senyoraj avantajına sahip ABD Merkez Bankası diyeceksiniz, evet öyle ama Fed mesela tasfiye olması gereken yapılara, kurumlara hiç acıyor mu; ‘gereksiz, zararlı varlık alımlarına son vermeliyiz’ derken genel stratejisinden vazgeçmiyor, yalnız artık batması gerekenleri kendi kaderleriyle başbaşa bırakacak. Türkiye’de de artık bazı yapılar devlete dayanarak ayakta kalmayı bırakmalı. Başbakan’ın bazı özelleştirmelere dikkat çekmesi ve yenileneceğinin işaretlerini vermesi bu anlamda olumlu ve iyiye işaret.