Ne demiştim " Yara bandını geri sar; kayıtta bir sürü acı var". Zaman, yaraya kabuk olur ama o kabuğun içinde hangi yaranın kaynadığını asla unutturmaz.
Ve o acının o kabuk içinde, tırtıl olarak kalmasını isteyenler kelebekleri sevmezler. Ömrünün kısalığına güvenip, kanatlarının göğe değmeyeceğini düşündünüz. Yerdekinin kibri, göğe ömür veren Rabbin merhametinin yanında nedir ki ?
Zannettiniz ki bir Merve'nin ahı boşlukta asılı kalacak! İnşirahın ipi, ahını aldıklarınızın acısı kadar uzundur. Aydın diyorsunuz kendinize ama masum insanların gözlerinden çaldığınız fer şimdi onların neferi oldu. Bir ah ölmez. Ahın eceli isabet olduğu yere kadardır.
Merve ile Safa arasında acıdan acıya koşan Hacer'e çare ve müjde veren Allah, zalimlerin yaptıklarından da şüphesiz haberdardı.
Ben Merve Kavakçı'yı tanıdım. Acısına sadık lakin asla şikayet etmeyen bir Merve. Dokunsalar ağlayacaktı belki ama o teslim oluş, ipek bir kilim gibi yüzüne serilip nasıl da derin bir gülümsemeye dönüşmüştü. Bazı tebessümler acının kundağıdır.
Ben Merve Kavakçıyı tanıdım. Akşam haberlerinde yuhalanan, sabah yüzüne hakaretler yağdırılan , evi taciz edilen, mahremiyetine salyalarca saldırılmış Merve desenli bir acıydı o.
Yalnızdı, yürüyen gurbet. Görünen yalnızlık, bir mahşer yerinin ayak izleri olamaz mıydı ?
Tohuma toprak atıp yeşerince de şaşırıyorlar .
Ve sizler, o Merve'nin sinmiyor oluşunu sindiremeyen sizler, şimdi o astarı yüzsüzlüğünüzün yaması pişkinlikle Fatımayı da incitmeye çalışıyorsunuz.
Sizin o diktiğiniz lakin yapmayı beceremediğiniz heykellere benzeyen zekanızı törpülesinler.
Siz, doğmamış vicdanınıza fistan biçen lümpen terziler! Zerzavatı eksik Pazar arabası gibi dolandığınızdan neyin dilencisi olduğunuzu da unutmuşsunuz. Siz , nefret dileniyorsunuz. Siz , rutubet dileniyorsunuz.