Fatih’te aynı evde yaşayan dört yetişkin kardeş, hayatlarına son verdi. Çok sarsıcı bir dramdı bu ve normal şartlardaki her insanın üzülüceği bir garip vak’aydı... Kırk yaş üstü, hiç evlenmemiş, aynı evi paylaşan kardeşleri, hangi çaresizlik hissiydi ölüme el ele götüren? Bilmiyoruz ama böylesine şok edici bir vaka karşısında, insanca üzülmeyi de bir türlü başaramıyoruz, belki de hiç bilmiyoruz...
Olayla ilgili olarak hepimizin yüreği sızlamalı, vicdanı zonklamalı. Oysa biz olayı işittiğimiz andan itibaren, suçu da mesuliyetin yükümlülüğünü de birbirimizin üzerine atma yarışına giriştik. Sosyal medyada yayınladığım taziye ve üzüntü mesajına verilen cevaplara baktığımda, en büyük suçlu Fatih’teki tarikatlardı, cüppeli, şalvarlı yobazlardı, siyasetçilerdi, devletti, zengin hacı-hocalardı, vs...
Ama bu tepkilerin içinde mesela; ‘’bu dört kardeşin ölümünden dinsizler sorumludur’’ diyenine rastlamadım. Veya ‘’bu ölümlerden, başı açıklar sorumludur’’, ‘’bu ölümlerden, şort giyenler sorumludur’’, ‘’chp sorumludur’’ diyenler de çıkmadı... (Ne kadar hoyrat ve ayrıştırıcı ifadeler değil mi, ama işte her fırsatta mütedeyyin kesime yapılan tam da budur maalesef.)
Buradan şu sonucu çıkardım; demek ki toplumumuzda, sosyal adalete, merhamete, iyiliğe, dayanışmaya dair tüm yükümlülükler, dindar kesimlerden, tarikatlardan, şalvarlı-cüppelilerden, hacı-hoca takımından, hükümetten bekleniyordu. Bu bana şunu fısıldadı; dünyada iyiliğe dair şeylerin kahir ekseriyeti din ve dindarlarla ilişkili olarak pratiğe dönüşüyor.
***
Hukukta, ‘’objektif sorumluluk’’ bahsi çok değerli bir kaideyi toplumsallaştırır; ‘’sorumluluk’’... Fena bir işi direkt olarak siz yapmamış olsanız bile, konumununuz veya makamınız gereği sorumluluk almanız gerekir. Fatih’te dört kardeşin vefat haberi de tüm toplumu, hepimizi töhmet altında bırakacak bir mevzudur... ‘’Komşusu açken tok yatan bizden değildir’’ diyen bir Peygamberin ümmetiyiz. Yok muydu şu koca dünyada kimsesi, şu garip dört kardeşin...
Sorun; ister psikolojik rahatsızlıklar olsun, isterce ekonomik zorluklar, borç-harç olsun farketmez... Modern hayatın yok ettiği akrabalık ve komşuluk bağları, mega kentlerdeki derin yalnızlık, insana dair yabancılaşma hatta kopuşun hikayesi bu. Ne acı, aynı apartmanda yaşıyoruz ve birbirimizden haberimiz yok...Kıyamet gibi bir şey bu, hatta erken kıyamet, kimsenin tanışı, yoldaşı kalmamış...
Her meseleyi, her hizmeti devlete havale edecek kadar modern bir toplum değildik oysa biz. Bizde aile, akrabalık, komşuluk hatta mahalle hisleri, bağları halen ayaktadır, diridir der avunurduk. Devlete havale edilmeden de görülürdü pek çok ihtiyaç. Lakin bu dört kardeş haberi, bu geleneksel bağların koptuğunun, ciddi bir sosyolojik savruluşun da mührüdür ne yazık!
Bir sürü vakıf ve derneklerimiz var. Her birinin çok değerli amaçlara hizmet ettiğine eminim. Lakin insan, sadece maddi ihtiyaçlarından ibaret değil. Yani borç-harç, ekonomik kriz hatta tıbbi rahatsızlıklar, hobiler, eğitimler, sanatlar gibi nerdeyse tüm ihtiyaçların çözümünü asiste eden sivil toplum örgütlerimiz var. Sağ olsunlar.
Ama bu intihar vak’asından sonra, insanca hasbihale dair büyük bir açığımız olduğu da ortaya çıktı. Herşey maddi yardımdan ibaret değil. Keşke kapıları çalarak, nasılsın iyi misin diye soracak, hasbihal edecek, bunu görev addedecek gönüllülerimiz de olsa...
Vefat edenlere Allahtan rahmet ve mağfiret diliyorum. Biz hayatta kalanların muhtaç olduğumuz aff ise kuşkusuz daha büyük! Allahım, Sen bize insaf eyle, Allahım Sen bizi insan eyle!