Benim yaşındakiler bilir; bizim kuşak, Türkiye’den başlayarak Ortadoğu’ya uzanan üç büyük sorunla büyüdü; Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu ve Filistin sorunu. İlk iki sorun, yetmişli yıllardan başlayarak, şovenizme ve faşizan baskılara da yataklık etti.
Filistin sorununun, Türkiye siyasetine yansıması da ilginçtir; Arafat ve FKÖ zamanında solun daha çok dillendirdiği Filistin halkının dramı, FKÖ’nün etkinliğinin Arafat’ın ölümünden sonra erimesi ve Hamas’ın öne çıkmasıyla, sol tarafından neredeyse yok sayıldı. Gazze’nin kuşatılması ve Gazze katliamları, güney Kudüs’deki Filistin yerleşim yerlerinin bile İsrail tarafından işgal edilmesi, bir zamanlar Filistin kamplarında ‘abileri’ eğitim görmüş ‘solun’ ilgi alanından çıktığı için hiç dert edilmedi. Çünkü Filistin halkının öne çıkan siyasetini, ikibinli yıllarda, Hamas dillendiriyordu.
İslam ve ‘sol’
Ortadoğu’da İslam’ın, birilerinin iddia etttiği gibi, ‘siyasallaşması’ söz konusu değildi; İslam, tam aksine, siyaseten kendisine geliyor, doğduğu ve ilk yayıldığı topraklarda yeni bir uyanışa öncülük ediyordu. İşte bu gerçek, Türkiye’de gıdasını, enternasyonalizmden değil de, Kemalizm’in dar ulusalcılığından alan sözüm ona ‘solu,’ doğduğu yere, yani devletin resmi bürokratik seküler ideolojisine, dolayısıyla jakoben küçük burjuvanın faşist dünyasına geri yolladı. Artık Filistin deyince, tüyleri diken diken olan İslamofobi ile donanmış bir ‘aydın’ kesim ve onun medyası var(dı) bu ülkede.
Bu, Mavi Marmara ve İHH ile de iyice ortaya çıktı. Gazze’deki açlık hatta kadın ve çocukların öldürülmesi, hastanelerin bile gece yarıları bombalanması onları hiç ilgilendirmedi. Çünkü şimdi ‘gerici’ dedikleri bu iktidar, bu teröre karşı çıkmayı resmi dış politika haline getirmişti.
Soğuk Savaş’ı aşamayanlar
Çok ilginçtir, Gazze kuşatması ve Gazze katliamları silsilesi, şimdi bu nasyonel-sosyalist kesimle fütursuzca işbirliği yapan Cemaat çevresini de hiç ilgilendirmedi. Bu, benim aklıma Soğuk Savaş dönemindeki ABD-Sovyetler, sözüm ona, ‘çatışmasını’ getiriyor. Artık biliyoruz ki, bütün bu dönemde, ABD ile Sovyetler aslında ‘düşman’ rolü yaparak dünyayı paylaşan ve sistemi yürüten iki ortaktı. Enerji kaynakları, pazarlar, ülkeler kısacası egemenlik alanları paylaşılmıştı. O zaman Sovyet uydusu olan ve şimdilerde yüz milyarlarca dolarlık yeraltı zenginliklerine sahip olduğu ortaya çıkan Azerbaycan gibi ülkeler yoksulluktan kıvranıyordu. Çünkü yeraltı kaynaklarını ortaya çıkarmak var olan hassas dengeleri bozabilirdi. İş bölümü belliydi...
Gürültü, ancak paylaşılan bu ‘egemenlik’ alanlarının, ‘centilmenlik’ dışı ihlal edilmesi ile çıkıyordu. Ancak bu danışıklı dövüş, söz konusu dönemde, solun ve sağın politik duruşunu hatta ideolojisini yeniden üretti. Tabii bu ayrı politik duruşlar, aynı yere çıktığı gibi, üretilen ideolojik ayrımlar da yapay daha doğrusu sahte idi. Şimdi, tam şu günlerde, Türkiye’de bir araya gelen ulusalcı sol ve muhalif (!) sağ kesimlerin liderleri, kadroları ve politik duruşları tam da bu Soğuk Savaş döneminde kendini bulmuş, şekillenmiştir. İzmir Hisarönü’nden ABD’ye giden yola bakın, tam bir soğuk savaş hikayesidir. Aynı şekilde örneğin şimdi Ergenekon’dan içerde olan İşçi Partisi kadrolarına bakın, onların da hikayeleri benzerdir. Bakın bu objektif bir durumdur, hiç kimse objektif durumlar için suçlanamaz; ancak her şey değişirken siz, aynı yerde sayıklarsanız, yeni olana, gelmekte olana direnirseniz, insanlık lehine hızla çözülen sorunlarda çözümden yana değil, sorundan yana ve eskinin devamından yana olan sermaye yapılarının oyuncağı olursunuz. Size öyle şeyler yaptırırlar ki, siz siz olmaktan çıkarsınız...
Neden şimdi, neden üçü birden?..
İşte bu ülkede ömrünü; Kürt, Kıbrıs ve Filistin sorunlarının acıları, travmalarıyla geçirmiş kaç kuşak geldi geçti; şimdi tam şimdi, bu üç sorun da, aynı zaman dilimi içinde, ilk defa bu kadar çözüme yaklaşıyor. Kıbrıs harekatı, 1974 yılında oldu; yani Türkiye, 12 Mart askeri rejiminden çıkıp nefes almaya başladığı tarihlerde... Sonra zaten iki yıl sonra iç savaşa varacak çatışmalar ve 12 Eylül yolu göründü. Tam 40 yıl oldu; Birleşik Demokratik iki toplumlu bir Kıbrıs’ı Türkiye’de, Avrupa’da ve ABD-İngiltere’de savaş yanlısı güçler istemedi. Ayrılmış Kıbrıs, milliyetçilik ve militarizm üreterek, Türkiye’de demokratikleşmenin önündeki engellerden biri olmuştur.
Yine Avrupa’da, Türkiye karşıtı yapılar, G.Kıbrıs’ı naylon üye yaparak kullandılar ve ekonomik olarak da batırdılar. Peki, Annan Planı dahil olmak üzere, şimdiye değin neden çözüme bu denli yaklaşılmadı? İşte bu soru ve bu sorunun cevabı, Kürt ve Filistin sorunları için de geçerlidir. Cevap kısaca şudur; başta Türkiye olmak üzere, Ortadoğu, Kafkaslar ve Doğu halkları, kendi topraklarına, zenginliklerine sahip çıkıyor. Hazar Denizi’ndeki milyarlarca metreküp doğalgaz ve diğer topraklardaki enerji kaynakları için Kürtler, Araplar, Türkmenler ve diğer halklar yeter; Basra da, Kerkük de, Musul da bizim diyor. Halkını daha fazla yoksullaştırmayı göze alamayan İran diktatörlüğü, ipleri gevşetmek zorunda kalıyor... İran’da çok yakında rejim içinde bir hesaplaşma kaçınılmazdır. Bu hesaplaşma, dışa açılma ve demokratikleşme yanlılarının galibiyeti ile sonlanana değin, İran için kesin konuşamayız ama İran meselesi için de tünelin sonundaki ışık görünmüştür. Kıbrıs meselesi de böyle bir meseledir.
Türkiye merkez, artık geri dönüş çok zor... Şimdi hem Rumlar hem de Türkler krizle boğuşurken burunlarının dibinde, İsrail’in bulduğunu iddia ettiği bir trilyon metreküpü bulan doğalgaz kaynakları için İsrail’den düşecek kırıntılara ya da pazarlık komisyonlarına mı evet diyecekler sanıyorsunuz. Tabii bunun dışında, aynen bu neden için de, AB, Türkiye hatta ABD’de Kıbrıs sorununu tam şimdi çözmek zorundadır. Yine, AB’de Avrupa’yı yalnız kendi egemenliğindeki bir Merkez Avrupa’ya dönüştürmek isteyen Merkel gibiler ve ABD’de neoconlar dışındaki kesimler, aynı nedenle, ilk defa Kürt sorununun bu kadar çözümünden yanalar.
Tabii İsrail’in de İran’ın yeni döneme adım atması ve değişen bu enerji oyunu nedeniyle hem Kıbrıs hem de Filistin sorununun çözülmesini isteyeceğinden hiç kimse şüphe etmesin. İsrail, burada süreci en az kayıpla atlatmaya çalışacak. Bence İsrail’in şu andaki stratejisini ve bu stratejiye uygun taktik evrelerini bizdeki her türlü ‘muhalefet’ iyi izlesin. Netanyahu’yu taklit ederlerse bence süreci en az zararla atlatırlar.
İsrail’in Mavi Marmara özrü ile başlayan süreç, Ruhani’nin çıkışlarından ayrı olmadığı gibi, Kıbrıs çözümünden de ayrı değildir. İsrail, ABD’den bazı garantiler aldıktan sonra, Türkiye’nin istediği üçüncü adımı atacaktır, eli mecbur, kimse merak etmesin. İran’ın da, aynı şekilde, Türkiye’den geçecek güney hattına bağlanmak ve Akdeniz’e inmek zorunluluğu var. Bütün bu bölge, yani Doğu Avrupa, Türkiye, Ortadoğu, Kafkaslar -Hazar- ve K. Afrika önümüzdeki yıllarda çok önemli siyasi gelişmeleri ortaya çıkaracaklar. Bu süreç, aynı zamanda, bir bütünleşme sürecidir ve Türkiye merkezdir. Bundan dolayı ‘geri dönüş’ çok zordur; bütün büyük sorunlarda, bu yüzden çözüme yakınız ve bu yüzden Türkiye’de son darbe de başarısız oldu.