Dershanelere ilişkin tartışmanın seyri ve tarzı, Türkiye’de maalesef çok alışık olduğumuz bir tarz. Taraflar hemen yerlerini aldılar. Taraftarlar ve amigolar da. Kimileri dershaneyi göklere çıkardı. Kimileri ise yerin dibine batırdı. Allah’tan arada konuya daha makul yaklaşan isimler de oldu. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Müsteşar Yusuf Tekin ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın açıklamaları da yatıştırıcı oldu.
Aslında keşmekeşin ana sebebi, dershane tartışması yaparken, dershane ve eğitim konusunu doğrudan konuşmamak. Konuya ilişkin görüş belirten bir kesimin derdi, Erdoğan düşmanlığı. Çözüm Süreciyle ıskartaya çıkmış kimi liberalimsi profesörlerin ve terör uzmanlarının yeni malzemesi, dershane. Hatta bir tanesi tartışmanın ne dershaneler ne de eğitim olduğunu açıkça yazmış. Oysa konunun kendisi, eğitime ilişkin bir arayış.
Dershanelerin işlevleri
Dershanelerin toplumda çok yönlü işlevleri olduğu muhakkak. Bu çerçevede, sosyalleşme mekânları olduğu da. Dolayısıyla, gidilen dershaneye ve çevreye bağlı olarak bu mekânlarda iyi ya da kötü alışkanlıklar kazanıldığı da. Fakat bütün bu işlevler dershanelerin asıl amaçları değildir. Bu işlevler, toplumun dershanelere olan yönelimini de açıklamaz. Dolayısıyla, dershaneleri sadece sosyal barış yönüyle savunmak, bu kurumları eğitime katkısı açısından yeterince savunamamak demek. Aynı şekilde, dershaneleri savunmak için “teşebbüs hürriyeti” ve iş dünyasından patronları yardıma çağırmak da, dershaneleri eğitime katkıları açısından savunamamak demek.
Yanlış anlamayın, sosyalleşme ve teşebbüs hürriyetine ben de inanıyorum. Ancak, biz şayet dershane konusunda sağlıklı bir tartışma yapmak istiyorsak, dershanelerin geleceğini, pedagojik bir zeminde tartışmalıyız diye düşünüyorum. Aksi halde, ortaya çıkan manzara şu: “Evet, eğitim sistemimiz çeşitli nedenlerden ötürü bugün rezil durumda ve çocuklarımız büyük bir baskı altında; ama ne yapalım işte dershaneler çocukları sosyalleştiriyor ve bazı kimselerin kâr etmesine yardımcı oluyor diye bir iyileştirme arayışına girmeyelim.” Eğitim sistemi iyileşmeden dershane sorununu çözemeyiz. Doğru. Sistemi iyileştirecek öneri sunmayıp hükümete eylemsizlik telkin etmek, yanlış.
Açıkçası soru şudur: Dershanelere yönelik bir düzenleme girişimi, ne zaman yapılırsa bir “darbe” olmaz? Şayet bu soruya makul bir cevap verilebilirse, kimsenin iyi niyetinden şüphe edilemez. Yani dershanelere yönelik bir adım atmak için ne zaman düzenleme yapılırsa, bugün bu kadar sert tepki verenler, o zaman tepki vermeyecek? Örneğin, üç yıllık bir geçiş dönemi sonrasında bir düzenleme yapılırsa, olur mu? Şayet bir gece kimsenin haberi olmadan bir torba kanun marifetiyle dershaneleri bir gecede kapatmak bir “darbe” ise, herkesin şikâyetçi olduğu bir konuda hükümete ilelebet hiçbir düzenleme yapmazsın demek, düpedüz bir vesayetçilik.
Çocuklarımız için
Önce şunda anlaşalım: Evet çoğumuz dershanelere gittik ve dershanelerden faydalandığımızı düşünüyoruz. Ancak şunda da anlaşalım. Bu sistem, ideal bir sistem değil; aileler ve çocuklar üzerinde maddi ve manevi külfeti çok fazla. Bilimsel veriler de bu tezleri destekliyor. Dolayısıyla, dershane de dâhil olmak üzere birçok konuda bazı adımlar atmamız lazım. Şayet dershaneyi savunanlar da eleştiren de pedagojik bir dil kullanırsa, o zaman hep birlikte çocuklarımız için daha iyi bir geleceği nasıl kurabileceğimizi konuşabiliriz. Öngörülen politika araçlarının ve teşviklerin ne derece yeterli olup olmadığı tartışabiliriz. Tartışmalıyız. Dershanelerin hangi şartlarda doğup geliştiğini ve hangi koşullarda azalabileceğini de konuşalım. Süreci de konuşalım.
Milli Eğitimde neler oluyor?
25 Kasım 2013 Pazartesi günü saat 11’de Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’yı SETA’da (Nenehatun Cad. No:66 Gaziosmanpaşa/Ankara) konuk edeceğiz. Sorularınızı #BakanaSorun etiketiyle twitter’dan yazın, Sayın Avcı’ya iletelim.