21 Aralık'ta kıyamet kopacaktı
Maya'lar mı yanıldı?
Yıkılan bir dünya düzenine bakarsak; hayır...
1850’lerde başlayan vahşi sanayi kapitalizmi 1920’lerde kendini bitirmişti. Ucuz işçiliğe dayalı sanayi devrimi bir avuç açgözlü zengini beslemişti. Orta sınıf oluşamamış ve fabrikalarda üretilen ürünler satılamamıştı.
Açgözlülük sanayi kapitalizminin sonunu getirdi.
1980’lerde finansallaşma geldi. Girişimciliği destekleyen arz iktisadı aslında rantçıyı destekler oldu. Merkez Bankaları finansal istikrar adına para ekonomisinin belirleyicisi, krizlerde de maliyet yüklenicisi oldu.
Fiyat istikrarı ile finansal istikrar eş değer oldu.
Her şey finansal yapının gelişmesi üzerine kuruldu.
Finansal istikrar da siyasal istikrara dönüştü.
Spekülatörler rahat kazansın, güvende olsunlar diye Merkez Bankaları kasalarını milyarlarca dolarla doldurdu.Uluslar arası fonlar-spekülatörler sömürdükleri ülkelerden çıkmak istediklerinde paraları kasada hazırdı.
Ne kadar rezerv o kadar finansal yatırım ve istikrar.
Ne kadar finansal istikrar seçimlerde de o kadar oy demekti.
Geçmişte bu şekilde şişirilen ülkelere bakalım:
İzlanda bir dönem o kadar muhteşemdi ki; henüztutulmamış balıklara bile uluslararası bankalardan kredi aktı.
İrlanda ise daha 2008 yılına kadar yüzde 4 işsizlik ile muhteşem bir dönemi geride bırakıyordu.
İspanya ise Avrupa’nın büyük ülkelerinin de büyüyebileceğine son örnekti. Kamu maliyesi sağlam; güçlü bankacılık sektörü ile AB’nin en gözde ülkesiydi.
Bu ülkeler battı.
Muhteşem evreler-finansal şişirmeler-örnek ülkeleri birer birer çökertivermişti.
Bu batan ülkelerde devletler sağlamdı, kamu kesimi vergi topladıkça topluyordu. İşsizlik azdı, yabancılar bu ülkelere adeta akın ediyordu.
Artık acı gerçeklerle yüzleşiyor bu ülkeler.
Özel sektörün borçları bir anda kamulaştı; hatta yabancıların finansal varlıkları bile kamusal yükümlülük oluvermişti.
Artık bu ülkelerde açlık, işsizlik, evsizlik isyanlara neden oluyor. Eski muhteşem hayatların yerine hamallıkta çalışmak bile ikram gibi.
O muhteşem günlerde bir deli çıkıp “aslında biz parlamıyoruz, batıyoruz” nasıl diyebilirdi? Zaten bu gerçeği dile getirenlerin birçoğu linç edildi.
Acı ama bir gerçek; bugün dünya batıyor. Alınan parasal önlemler bu batışı sadece daha da derinleştirip sorunları büyütüyor.
Henüz evreyi tamamlamamış ülkelerden biriyiz. Yani hala fırsatı olan bir ülkeyiz.
Kısmen 2001 krizi ile bağışıklık kazandık ama süreci değiştirmek yerine maalesef daha da güçlendiren bir ülkeyiz. Bir kaç sektör odaklı büyüme modelinin sakıncalarını hala çözemedik. Büyümeyi sanayi sektörü yerine bankacılık üzerinden gören ülke olmaya devam ediyoruz.
Teşvik sistemi ile üstten verdiğimiz paraları kamu bütçesi bahanesi ile alttan fazlasıyla geri alıyoruz.Örneğin 2008 yılından beri enflasyonun iki katı oranında sanayinin temel girdisi olan enerji fiyatlarına zam geldi.
Sanayicinin verimlilik adına tutunduğu büyük dal maalesef ki ucuz işçilik.
Bu zihniyet zaten küresel sistemi alt-üst etti. Ucuz işçilik üzerinden tüketim ihtiyacı kredilerle karşılandı ve bankalar ihya edildi.
Gelir azaldı, kredi arttı.
Bu model kriz sürecinin ana şifresiydi.
Bu sayede muhteşemleşen o ülkelerde aynı anda mali bağımlılık oluşturuldu.
İnsanlar bir şekilde mali sektöre alıştırılmalı ve mali sektör üzerinden ülkelerin bağımsızlıkları kontrol edilebilmeliydi.
Silahlı gladio'lar yerine paralı spekülatörler gelmişti.
Sonra ne mi oldu?
İşi biten ülkeler hallaç pamuğu gibi çöpe atıldı. Şaşalı hayatlar yerine tasarrufun erdemini zorla anlamadılar.
Bu sürecin en can alıcı noktası da gazcılardı.Gelişme ve kalkınmanın yerine adına büyüme bile denilmeyecek şişmeler yaşanıyordu. Nasılsa şişmeleri büyüme ve kalkınma olarak yorumlayacak gazcılar prim yapacak-ortada cirit atacaklardı.
Alınacak çok ders var.
Hala İzlanda, İspanya, İrlanda bizim için ne ifade ediyor görmüyoruz. Sadece bugünkü durum üzerinden karşılaştırma ile yetiniyoruz.
2013 yılı bütçesine bakıyoruz. Dolaylı vergiler hala yüzde 70'in üzerinde. Mahalle bakkalı vergisi ile ayaktayız. Çalışanlar emeklilerden az maaş alabiliyor. Kamu ücretleri özel sektörün üzerinde.
Özel sektörde çalışma şartlarının sorun olduğunu görmüyoruz.
Ücret düzeyi bir dert
Ücret alabilmek ayrı dert.
Çalışma süresi ve ortamı ise bir başka dert.
Vergi sisteminin adaletsizliği, çalışma sisteminin düzensizliği ve çelişkileri sorunları çözmüyor, çözemiyor.
Maalesef bilgi akışı da sağlanamıyor. Mevcut medya anlayışı gerçekleri göstermek yerine sorunları örten bir anlayış içerisinde.
Bu örtünün gerekçesinde ise reytinge dayalı yayıncılık ve reklam ilişkisi çok önemli yer tutuyor.
Örneğin çok başarılı iş insanı olarak sayfalarca yer tutan kişinin ücret alamayan işçilerinin eylemi de bu anlayışın ürünü olarak görül(e)medi.
Bu yozlaşma kültürü üzerine reyting medyası da tıpkı ekonomideki bankacılık virüsü gibi toplumsal sorunları örterek sahte baharlara ışık tutmaktan başka bir işe yaramıyor.
Oysa Yeni Türkiye adalet ve kalkınma üzerine kurulacaktı.