Güney Afrika Cumhuriyeti’ne yolunuz düşer de ülkeyi karayoluyla gezecek olursanız birkaç günlüğüne de olsa Swaziland’a uğramalısınız.
İngilizce yazılışına göre dünyada SW harfleriyle başlayan üç ülke var. Bunlardan ikisini çok iyi biliyorsunuz, Switzerland (İsviçre) ve Sweden (İsveç). Milli gelirlerine bakacak olursak bu iki ülke dünyanın 21 ve 22. sırasında. Her ikisinin de halkının büyük çoğunluğu refah içinde yaşıyor. Bir ülke daha var adı aynı harflerle başlayan ancak onun vatandaşları diğerlerininkiler kadar şanslı değil. Nüfusunun yüzde yetmişinin günde 1 doların altında para kazanıyor. Nüfusun beşte birinin kanında HIV virüsü var. 1992 yılında hamile kadınların yüzde 4’ü HIV taşıyıcısıyken sadece 12 yıl içinde bu oran yüzde kırklara ulaşmış. Ülkede ‘HIV pozitif’li en az 20 bin çocuk olduğu zannediliyor, 20 binin üzerinde evde en az bir kişi AIDS hastası. Her yıl bu hastalık yüzünden on bin çocuk yetim kalıyor. Bu ülkenin adı Swaziland, tam adıyla Swaziland Krallığı. Haritada Güney Afrika Cumhuriyeti’nin bir parçası gibi görünen bu ufak ülkenin (yüzölçümü 17 bin kilometrekare) Mozambik’e de sınırı var. Gayri Safi Milli Hasıla açısından dünyada 150. sırada. Swaziler, harfdaşları Switler ve Swedlerle aynı kaderi ne yazık ki paylaşmıyor. Onların yaşamı çok daha zor.
Yine Güney Afrika Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan bir başka mini ülke Lesotho’ya Türk vatandaşı olarak girmek isterseniz 145 ABD doları karşılığı vize almak zorundayken Swaziland’e vizesiz girebiliyorsunuz. Kara yolculuğu ile ülkeye geldiğinizde sınırda gümrük işlemlerini yapıp pasaportunuzu damgalatıyorsunuz. Fakir bir ülkede olduğunuzu anlamanız zor değil. Yol boyu yürüyerek okuluna, işine giden kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı yüzlerce insanla karşılaşıyorsunuz. Ağırlıklı olarak Swazi kökenli olan Swaziland halkının büyük çoğunluğu Hıristiyan. Başkenti Mbabane’ye varana kadar kilise görmedik gerçi ama bu inançsızlık değil imkansızlık göstergesi idi bana kalırsa. Ülkede uzun kalmayacaktık. Amacımız Güney Afrika’nın KwaZulu-Natal bölgesinde, Hint Okyanusu kıyılarında üç bin kilometrekarelik bir alana yayılmış olan iSimangaliso Sulak Alanı’na gitmekti. Swaziland’a girmeyip kenarından dolanmaya kalksak yolumuzu uzatacaktık. Geziyi düzenleyen arkadaşımız Abrie, minibüsle geçişin mümkün olduğunu öğrendiğinde direksiyonu Swaziland’a kırmış ve yeni bir ülke göreceğimiz için heyecanlanmıştık.
VAHŞİ DOĞANIN ORTASINDA
Güney Afrika’da üç gün geçirdiğimiz Kruger Park’ta pek çok hayvan görmüş ancak izin verilmediği için onları minibüsümüzün içinden seyretmiştik. Vahşi hayvanların çokluğu nedeniyle böyle bir yasak vardı ancak Swaziland’ın öncü kurumlarından Mlilwane Yaban Hayatı Koruma Alanı’nda herhangi bir korku yaşamadan, yasakla karşılaşmadan hayvanlarla aynı topraklar üzerinde yürüyüp onlara yaklaşabilecektik. Kalacağımız yere güneş batmadan varmak istediğimiz için yemek molamızı kısa tutmaya karar verdik. Ne kadar güvende olacağımızı bilmeyen ekip minibüsü otoparkına bıraktığımız alışveriş merkezinde yemek yemeyi seçti. Michelle ve ben yol üzerinde gördüğümüz pazaryerine gitmeyi seçtik. Pazarlar bulunduğunuz ülke ve halkı hakkında fikir sahibi olmak için bulunmaz kaftandır. Kısa bir yürüyüşle curcunanın ortasına düştük. Meyve satanlar, sebze, sepet, şifalı bitki satanlar... Her pazar ziyaretinde olduğu gibi tezgahlardan gözlerimi alamadım. Zamanımız kısıtlı olduğundan birkaç meyve ile haşlanmış tatlı patates ve mısır alıp satıcılarla sohbet ettikten sonra minibüse döndük ve yeniden yola koyulduk.
ANTİLOPLAR BİZİ İZLİYORDU
Ülkede ‘cennet vadisi’ olarak da bilinen Ezulwini Vadisi’nde bulunan ‘küçük ateş’ yani Mlilwane, adını bu tepelerde yıldırım düşmesi sonucu çıkan çok sayıda yangından almıştı. Dört bin beş yüz hektarlık alan üzerine kurulan parkta aralarında çakal, hipopotam, timsah, maymun, zebra, kudu, antilop, firavun faresi ve yaban domuzunun da bulunduğu 22 tür hayvan koruma altında. Parkta ranzalı grup odaları da var ancak en güzel konaklama imkanı geleneksel Swazi evleri şeklinde inşa edilmiş iki kişilik odalar. Tabii bu odaların bedeli çoğumuzun bütçesini aştığı için dörder kişilik ranzalı odalara yerleşip hemen yürüyüşe çıktık. Vakit ilerlemiş, güneş alçalmaya başlamıştı. Zebralar varlığımızdan rahatsız olmadan otluyor, antiloplar hafif ürkek ama meraklı bakışlarla bizi izliyordu. Günün en huzurlu saatleriydi. Şimdi bile gözlerimi kapattığımda o huzuru hissediyorum. Acele etmeden göl kıyısına gitmiş, uzaktan da olsa hipopotamlarla timsahları izleyip geri dönmüştük.
Zamanımız kısıtlıydı, ertesi akşam varacağımız St. Lucia kenti için epey yolumuz vardı. Kahvaltıdan birkaç saat sonra eşyaları yükleyip yola çıktık. Swaziland’dan ayrılma zamanı gelmişti ancak fırsat olsa binlerce Swazi’yi buluşturan geleneksel tören ve danslarını izlemek isterdim. Bu küçücük ülkenin çeşitli bölgelerinde yıl boyu düzenlenen törenlerde özel giysiler giyiliyor, ülkenin müziklerine geleneksel danslar eşlik ediyor. Swaziland’da yerel halkın yaşantısını görmek için kimi köylerde konaklama olanağı sağlanıyor. Ülkenin yaşam tarzını göstermek için kurulan Mantenga Kültür Köyü turistleri 1850’lere götürüyor. Burası tipik bir Swazi köyü olarak tasarlanmış. Diyorum ya zamanımız kısıtlıydı, bunları göremedik. Ülkeden ayrılmadan önce yol kenarındaki hediyelik eşya standlarından birer taş heykelcik aldık, sınırdaki tezgahın tatlı sahibesiyle fotoğraf çektirdik, pasaportlarımızı yeniden damgalatıp bu fakir ama güleryüzlü ve gururlu insanlara veda ettik.
GEZGİNLER İÇİN ÇOK ALTERNATİF VAR
Mlilwane Yaban Hayatı Koruma Alanı’nda kalanlar isterlerse yürüyüş yapabiliyor, isterlerse at veya dağ bisikleti ile gezintiye çıkabiliyor, yorulduklarında ise ufak havuzun etrafında dinlenebiliyorlar. O akşam restoranın kenarında yakılan ateşin başında vurmalı çalgılar konserini izlemek de bir başka güzeldi doğrusu. Ertesi sabah herkes bir tarafa dağılmışken kahvaltı için restorana gittim. Basit kahvaltımı yaparken bir yandan günlüğüme son birkaç gün yaptıklarımızı not ettim. Grupla yolculuk etmenin iyi yanları var elbet ama benim gibi yalnız gezginler için bu her zaman avantajlı değil. Yanınızda birileri varken sessiz zamanlar yaratıp kendinizle başbaşa kalmak pek kolay olmuyor. Ancak grupla olmanın komik ve unutulmaz yanları da olabiliyor, bir önceki akşam kurduğumuz sofra gibi. Sürekli ıvır zıvır alıp minibüsü doldurduğumuz için tüm yiyeceklerimizi koyduğumuz masa görülmeye değerdi doğrusu...