Bu gün Güneydoğu’da, herkesin gözü önünde kimi ilçeleri PKK canilerinden temizleyen devlete, askerimize, polisimize dil uzatan Selo’lar ve fikir sahibi olmadan kalem sahibi olanlar doksanlı yılları, nice insanın kim vurduya gittiği günleri unutmuş nedense! Hatırlatmakta yarar var...
Başbakan Tansu Çiller 4 Kasım 1993 tarihinde, İstanbul Holiday Inn Otelinde ilginç bir açıklama yapar: “Türkiye, milis hareketi niteliğine dönüşmüş ve yaygınlaşmış bir terör hareketiyle karşı karşıyadır. PKK’nın haraç aldığı sanatçı ve iş adamlarını biliyoruz; hesap soracağız!”
Bu demeç fazla önemsenmedi önceleri. Derken 14 Ocak 1994’de adı sık sık “PKK’ya yardım eden işadamları” arasında yer alan Behçet Cantürk kaçırılıp öldürüldü. Cantürk sadece PKK’yı değil Ermeni terör örgütü ASALA’yı da kurdurmuş ve desteklemekteydi. Cantürk, şoförü Recep Kuzucu’nun kullandığı zırhlı arabayla evine giderken, İstanbul’un en işlek yollarından Bağdat Caddesinde, üzerinde mavi polis lambası bulunan iki sivil araba tarafından durduruldu. Cantürk ve şoförü, arabalardan birine bindirilerek götürüldü, cesetleri bir gün sonra, Sapanca Kırkpınar’da henüz hizmete açılmamış bir dinlenme tesisinin arka bahçesinde bulundu. Cantürk’ün kafasına tek, şoförü kaçmaya yeltendiğinden kafasına iki, göğsüne de beş kurşun sıkılmıştı. Bu cinayetlerin ardından bir dizi, Diyarbakır Liceli, PKK’yla bağlantısı olduğu öne sürülen kişi öldürüldü.
PKK’ya arka çıkan, yardım eden, uyuşturucudan kazandığı paralarla PKK’yı besleyenler takibe alınmıştı; birbiri ardına yok edildi. Faili meçhuller Lice’ye yönelmişti başlangıçta ve Cantürk’ün ölümünden önce, 1993’de ilçe yakıldı baştan aşağı; onlarca ev, işyeri kül oldu ve 33 sivil yaşamını yitirdi. Askerin Lice’ye girmesinin nedeni Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesiydi. Her ne kadar PKK cinayeti üstlenmediyse de bazı gazeteler cinayetin sorumlusu olarak örgütü gösteriyordu. Ne var ki, Aydın cinayetinden 20 yıl sonra, 22 Ekim 2013 tarihinde, Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi emekli General Eşref Hatipoğlu ve Üsteğmen Tülay Yanardağ’la ilgili savcılık iddianamelerini kabul etti. Savcılık Hatipoğlu ve Yanardağ’ı, General Bahtiyar Aydın’ı “önceden tasarlayarak” öldürmek, cinayet işlemek, halkı ayaklanmaya teşvik etmekle suçluyordu. At izinin it izine karıştığı yıllardır 90’lar kısacası...
Gerek Türk gerekse de Kürt vatandaşları ayırım gözetmeksizin öldüren PKK namlı caniler ordusunu gönüllü ya da zorunlu destekleyen Kürt kaçakçılarının birbiri ardına öldürülerek cesetlerinin Sapanca-Sakarya arasına atılması toplumda hemen hiç bir tepkiye neden olmadı; hatta cinayetleri destekleyenlerin sayısı kınayanlardan daha fazlaydı demek mümkün. Derken Namık Erdoğan öldürüldü ve herkesin kafası hepten karıştı! Namık Erdoğan Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurlu Başkan Yardımcısıydı. Faili meçhul cinayet şebekesinin yolu üstüne çıktığı için öldürüldü ve cesedi bir nehir kenarına atıldı. Neydi “suçu” tam olarak? Haluk Kırcı ve Abdullah Çatlı’nın tavuklarına kış demek!
Kırcı’yla Çatlı, Sağlık Bakanlığına ameliyat eldivenleri, önlük, malzeme ve toptan ilaç satıyor, çok para kazanıyordu. Bakanlığın kilit noktalarını eski ülkücüler tutuyordu. Gerçi bunlar ihaleyle alınıyordu ama nedense, ihaleleri hep Çatlı-Kırcı ikilisi kazanıyordu! Dosyaları inceleyen Erdoğan bu ihalelerde “ bir takım dümenlerin” döndüğünü fark etti ve aldığı tehditlere rağmen işin üstüne gitmeye başladı. Bu namuslu, onurlu devlet memuru 9 Mayıs 1994’te akşam saat sekiz sularında Ankara Selanik Caddesi’ndeki Numuneliler Lokalinden çıkıp özel arabasıyla evine giderken kaçırıldı. Cesedi Kırıkkale yakınında Kızılırmak Nehri’nin kıyısında bulundu!
Cinayetlerden de katillerden de herkesin bilgisi vardı ancak kimse konuşmadı o yıllarda. Ya daha sonraki yıllarda her şey aydınlandı mı? Evet, bir bölümü aydınlandı, bir bölümüyse hala... faili meçhul!