Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Kayseri Milletvekili Mehmet Özhaseki’nin “Paralel yapı fabrika ayarlarına dönerse, mücadele sona erer” şeklindeki sözü bir kere daha “Paralel Yapı ile mücadele”nin seyrini tartışma zeminine çekti.
Bu söze bir çevre tarafından sert tepkiler var. Özhaseki’nin sözleri paralel yapı ile mücadelede zaaf işareti gibi değerlendiriliyor. Özhaseki, bu işte belirleyici konumda değil, alanı yerel yönetimler, orada da partinin temiz yönetim hassasiyetini hayata geçirmeye çalışıyor, böyle tepki çekmesi ilginç. Ayrıca konuşmasının geriye kalan bölümlerinin görülmemesi de ilginç.
Söylediği söz üzerine tabii ki söylenecek sözler var.
En başta “Fabrika ayarlarına dönerse...”den başlanabilir:
“Fabrika ayarları” ifadesi, bir zamanlar “Cemaatin sırf cemaat olması” anlamında gündeme geldi. Şöyle ki: “Cemaat oluşumu tabii idi, Türkiye’de cemaatler de vardı, cemaatlerin varlığına karşı olmak gibi bir tavır söz konusu değildi. Ama Gülen Cemaati denen hadise, cemaat olmanın ötesine geçmişti. Yeniden cemaat konumuna dönerse...” gibi bir yaklaşımdı “Fabrika ayarları”na dönüş. Ben de kullandım bu anlamda bu ifadeyi.
Bugüne gelindiğinde “Fabrika ayarlarına dönmek” mümkün mü?
Sürecin başlamasından bu yana Hareket’in gerek ortaya çıkan hacmi gerekse sergilediği hattu hareket, bizatihi fabrika ayarlarında bir sorun olduğu kanaatini pekiştirmiş bulunuyor. “Paralel Devlet Yapılanması” şeklindeki bir tanımlama, evet, devlet tarafından yapılmıştır, ama Camia da adeta böyle bir tanımlamanın tam isabet olduğunu gösteren tavırlar sergilemiştir. Ayrıca, bu yapıya karşı verilen mücadelenin ortaya çıkan zorluğu da, Yapı’nın ihmale gelmez bir risk oluşturduğu sonucunu doğurmuştur. Dolayısıyla şu anda dönülecek ve hareketi devletin mücadele alanından çıkaracak bir fabrika ayarı bulunmamaktadır.
Şöyle diyelim:
Şu an Fethullah Gülen çıksa, “Ben kesinlikle benimle gönül bağı olanları devlet bünyesinden çekiyorum” dese kuşkuları kaldıramaz. Aynı şekilde “Benimle gönül bağı olanlar bundan böyle kesinlikle meşru devlet hiyerarşisi içinde hareket edecekler” dediğinde de inandırıcı olmak kolay değildir. Gülen başlarda “Paralel yapı diye bir şey yok” dedi, peşine beddualar ekledi ama görülen vakıa onun sözlerini doğrulamadı. Hala da devlet, her kademede “Acaba yanı başımda başka yerlerle alakalı birileri var mı?” kaygısını taşıyorsa, bu da “Paralel Yapı olgusu”nun sonucudur.
Mücadele sürecek. Bu kaçınılmaz. En başta, Bugün gazetesinde “Veda”dan bir gün önceki yazımda “Türkiye’de hiçbir iktidar, dünyada hiçbir devlet böyle bir yapıya izin vermez. Bu süreçten en büyük zararı Cemaat görecek” diye yazdım. “Cemaat için çözüm süreci ihtimali” üzerine yazdıklarım bile “Güven özrü”nü dikkate alıyordu.
Mücadele sürecek ama nasıl sürecek? Aslında o da kolay değil.
Bir arkadaşımız şöyle yazıyor mesela:
“En ufacık bir nefes alma aralığında, antibiyotiklere karşı direnç kazanan bakteriler gibi kendilerini güncelleyip karşımıza başka bir halde çıkmaları engellenene kadar, yani tamamen tasfiye olup tek tek hepsi yok olana kadar sürecek bu mücadele. Devlete sızanların akıbeti hakkında ibreti alem olarak tarihe yazılacaklar.” (Erem Şentürk, Diriliş Postası, 26 Nisan 2016)
Tek tek... hepsi... yok olana kadar...
Devlete sızanların akıbeti hakkında ibreti alem olarak...
Bunlar çok devrimci sözler...
Kimi zaman laik kadroların değmiş - değmemiş diyerek tüm devlet kadrolarındaki dindarlara karşı kullandığı dile benzer devrimci sözler.
Nasıl gelişir bu mücadele dili ve nereleri vurur, bilemiyorum.
Hatırlıyorum, 28 Şubat paşaları bile, “irtica ile mücadele” konseptini belirlerken “Bundan samimi dindarlar etkilenmesin” gibi bir algı hassasiyetini dikkate almışlardı. PKK ile mücadelede de örgüt halktan tecrit edilmeye çalışılıyor. “Paralel Yapı ile mücadele” edilirken çerçeve nasıl çizilecek, bence daha az dikkat gerektirmiyor.