İlk Meclis, Hacıbayram’da kılınan cuma namazından sonra kesilen kurbanlarla açılmıştı. “Gayemiz, Türkiye’nin padişahı ve mukaddes İslam’ın halifesi efendimiz hazretlerinin, vatanın her yerinde hâkim olması ve hilâfet makamının korunmasıdır” sözü, “Onların işi meşveret iledir” mealindeki ayeti asılı duvarda yankılanıyordu.
Ama sadece 2,5 yıl sonra (1 Kasım 1922) saltanatı, bundan 2,5 yıl sonra da (3 Mart 1924) hilafeti kaldırmışlardı.
Neyse ki Başbakan İsmet Paşa, “Hilafetin kaldırılmasıyla ahkam-ı İslamiyye’nin muhafaza ve icrasında hiçbir eksik olmayacaktır” şeklindeki “devlet sözü”yle milleti rahatlatmıştı!
ÇOK MEŞGUL İDİLER, HÜRKUŞ’UN UÇAĞINA RUHSAT VEREMEDİLER!
Ne var ki icraatlar aksi yönde ilerliyordu.
Vecihi Hürkuş’un; kendi çabasıyla ürettiği uçağa, “Devlette bu tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek bir merci veya eleman yok” gerekçesiyle uçuş izni verilmediği günlerde (25 Ağustos 1925), Mustafa Kemal Kastamonu’da, elindeki “Panama” şapkayı; millete doğru uçuruyor, “Buna serpuş derler. Onu giyeceğiz. Bu kadar önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da vereceğiz!” diyordu…
Başvekil, “Hiçbir şey değişmeyecek” demişti ama Anayasa’daki “İslam”a sadece 4 yıl tahammül edebilmişlerdi. Anayasa’dan çıkardıkları yetmemiş, değiştirmeye kalkmışlardı.
Dinde reformcular ortaya saçılmış, herkes kafasına göre bir “din” telaffuz etmeye başlamıştı. 20 Haziran 1928 tarihli Vakit gazetesindeki haberde, “Yeni hayata uygun olarak; dinimizde yapılacak değişiklikleri, İstanbul İlahiyat Fakültesi profesörleri rapor halinde hazırladı” deniyor, şu alıntılar yapılıyordu:
“Din de hayatın akıntısına uymalı. Camiler kabil-i iskan hale getirilmeli, ayakkabı ile girilmeli; sıralarda oturulmalı, müzik aletleri konmalı. İbadet lisanı Türkçe olmalı…”
Meseleyi önce uzantıları vasıtasıyla olgunlaştıran CHP yönetimi “en büyük icraat(!)” için kolları sıvamış, 1932 yılını “Dinde Reform Yılı” ilan etmiş, “Ezan ve ibadetlerde yapılacak ıslahatla(!) ilgili rapor” hazırlatmıştı.
Müslümanlara, “Ahkam-ı İslamiyye’nin icrasında hiçbir şey değişmeyecek” diye “devlet sözü” verenler yerinde duruyordu ama o günkü hallerinden eser yoktu. “Suret”leri aynen durmakla birlikte, “sîret”leri tamamen değişmişti.
Öte yandan Vecihi Hürkuş da yerli uçak için çırpınmaya devam ediyordu. Yeni uçağı “VECİHİ XIV” ile Fikirtepe’de; basın için deneme uçuşu yapmıştı. Başvekilin tebrik etmesinden cesaret alarak, uçağına atlayıp Ankara’ya gitmiş ve “uçuş sertifikası” istemişti ama beş yıl önceki cevap aynen tekrar edilmişti: “Devlette bu uçağı değerlendirecek eleman bulunmadığından ruhsat veremiyoruz…”
Çünkü devlet çok meşguldü! Bütün enerjisini, dinde reform için harcıyordu. Nitekim büyük çaba sarf ederek, “Türkçe ezan ve Kur’an” uygulamasını, “Kadir Gecesi”ne yetiştirmiş ve 3 Şubat 1932 günü Ayasofya’dan ilan etmişlerdi!
“BUNLAR GERİDE KALDI” DİYENLER CHP’Yİ TANIMAYANLARDIR
“Yarı iktidar” demek olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde de bu sürecin “minyatürü” yaşandı.
Dindarlığıyla(!) bilinen, Yasin Suresi okuyarak milletin gönlünü fetheden “İmamoğlu” başkan, 1,5 yıldır İstanbul’un hiçbir problemini çözmeyi akıl edememişti ama Şeb-i Arus törenlerinde yer alan Kur’an-ı Kerim’in “Türkçe” okutulması gibi bir din düşmanlığını hortlatmayı unutmamıştı.
İmamoğlu’nu “Yasin okudu” diye seçenler, “Milletin inanç ve ibadetiyle bizim ne işimiz olur” diyen Kılıçdaroğlu’nun adayını da seçerse, CHP’nin din ve ibadetle ne işi olduğunu görürüz. Amacını aşan bir beyanın sahibine çullananların, “Kur’an insan eseridir” diyen reformcuya ses çıkarmaması da reformcuları çok cesaretlendirmiştir sanırım.
CHP ruhunun, “Türkçe ezan ve Kur’an” sevdası hiç bitmemiş, her fırsatta hortlamıştır. Şu anda susmalarının sebebi, FETÖ’den öğrendikleri takıyyedir. “Ezan; Kur’an Türkçe okunsun kardeşim” diyen Öztürk Yılmaz, siperden erken fırladığı için kovulmuştur.
Çünkü oy verenleri tenzih ederim ama CHP siyaset değil, itikad meselesidir.