Kenya’da biten Öcalan operasyonunu hatırlamanın tam zamanı. Öcalan, Bekaa’dan çıkarılmış, dünyanın çeşitli yerlerinde ikame almaya çalışırken, bir şafak vakti Ankara’ya getirilmişti.
Önemli bir operasyondu..
Ama medyaya servis edilen fotoğraflarda sadece askerler vardı..
Dönemin Başbakanı, çok sonraları, Amerikalıların Öcalan’ı neden teslim ettiğini anlayamadığını söyledi.
O yıllarda, Türkiye’nin en hayati meselelerinde askerler yegane karar merciiydiler, Kürt sorunu dahil..
Şimdi ise genelkurmay başkanının harekat merkezinde görüntülenen beyaz gömlekli sivil bir başbakan var. Ve o Başbakan, Ahmet Davutoğlu, Milli menfaatlerimizin zorunlu hale getirdiği bir operasyonu kuvvet komutanlarıyla beraber yönetiyor..
Türkiye’de demokrasinin ve sivilleşmenin geldiği yeri, asker- sivil ilişkilerinde yaşanan normalleşmeyi, karargahın eksi üç katında çekilen bu fotoğraflar doğrusu çok iyi ifade ediyor.
Siviller artık karargahta..
Bu fotoğraf Bahçeli’yi de epey öfkelendirmiş anlaşılan. Özel Paşa’yı akademideki dersleri es geçmekle suçluyor.
Bir genelkurmay başkanının yurtseverliğini, vatana bağlılığını sorgulamaya kimin hakkı olabilir, hele bu kadar düzeysiz kelimelerle?
Dert ne Süleymanşah türbesi, ne toprak kaybı, ne vatanseverlik..
AK Parti iktidara geldikten sonra, orduyu sayısız kez müdahale etmeye çağırıp durdular. Bu çağrılar her defasında karşılıksız kaldı. Ama yine de bu umutla yaşamaya devam ediyorlar ve darbe beklentisi içindeler.
CHP ve MHP’nin yanında duran aydınlara bakın..
Aralarında ordunun içinde ‘bu böyle gitmez’ diyen subayların her geçen gün arttığına inanan, hatta darbe’ 12 Eylül gibi değil de 27 Mayıs gibi’ olsun (Mümkünse!) diyenler bile var.
Godo’yu bekler gibi bekledikleri darbe, 12 Eylül gibi mi, yoksa 27 Mayıs gibi mi olsun diye tartışıp dururken, gerçekleşen Şah-Fırat operasyonuna anlayabilir mi bu adamlar?
Darbe yapacağından umutlu oldukları bir ordu ve bir genelkurmay başkanı, karargahta sivil bir Başbakan’la yan yana, omuz omuza durmuş, el üstünde tuttukları bir rejimin yönettiği, daha doğrusu artık yönetemediği, katliamlarla ayakta durmaya çalıştığı Suriye’ye milli değerlerimizi güvenli bir yere taşımak, askerlerin hayatını kurtarmak için operasyon yapıyor.
İşte bu gerçek bir devrimdir. Bu ülkenin yurttaşlarının, bu ülkeye duydukları güveni arttıran, asker-sivil kavgalarının tarihe karıştığını gösteren bir devrim.
Sanırsınız ki, Şah-Fırat Operasyonu, kendi ‘karargahlarına’ karşı yapılmış.
Hiç gecikmeden, ‘Toprağımızı kaybettik’ söylemine sığınıp, toprağımızdan geri çekildik diye feryat etmeye başladılar.
Bu feryatları Kürt sorunu nedeniyle, bu ülke kana bulandığında çok duyardık. Bir çakıl taşı bile vermeyiz söylemi, yıllar yılı, Kürt sorununun soğukkanlılıkla tartışılmasının önünü kesti.
En doğal en demokratik hakların talebi zulüm ve kanla bastırıldı.
Kürtler’in varlığını inkardan kurtarmak ve dillerini görünür kılmak uğruna elli bin insan hayatını kaybetti. Açılan yaralar hala kanamaya devam ediyor. Şimdi bu sorun, AK Parti hükümetiyle ve soğukkanlılıkla İmralı’dan başlayarak ta Kandil’e kadar konuşuluyor ve halk bu tartışmaları en ince ayrıntılarına kadar biliyor ve öğreniyor.
Kürt sorununun bir toprak sorunu olmadığını herkes kabul ediyor ama kabul edinceye kadar bu ülke ağır bedeller ödedi.
Türk halkı Kürtler’in taleplerinin toprak talebi olmadığını anladı ama anlayıncaya kadar binlerce Kürt ve Türk genci hayatından oldu..
Muhalefetin toprak kaybettik söylemi, yanıltıcıdır. Süleymanşah türbesinin yeri değişti sadece. Operasyon, Suriye’nin içinde bulunduğu iç savaş ortamında askerlerimizin can güvenliğini korumayı amaçlıyordu. Türkiye’nin toprak kaybı yok. Güvenlik nedeniyle geçici bir önlem söz konusu.
Bir düşünelim. 38 askerimiz o savaş bölgesinde, yüzlerce cani ruhlu katilin ortasında kalmış.
Allah korusun esir alınsalardı ve tıpkı peşmergelerin bugün kafesler içinde dolaştırıldığı gibi dolaştırılsalar ve sonra da katledilselerdi, bunun hesabını kim verecekti?
Pusulası şaşmış milliyetçiler mi, yoksa kendilerini Türkiye’ye değil, Esad’a daha yakın bulan ve hiç kuşkum yok öyle de hisseden, T.C. kimliği taşıyan, Baasçı ulusalcılar mı?