Vefat yazıları değişik sebeplerden dolayı gerçekten çok zor. Geçen hafta sonunda Darüşşafaka’dan arkadaşım senarist ve yönetmen Eyüp Halit Türkyazıcı’yı (okulda, aramızdaki ismiyle Domo’yu) dar-ı bekaya uğurladık. ALS gibi amansız bir hastalığa yakalanmıştı ve o ağır süreci bütün yansımasıyla ama şaşırtıcı şekilde hayata bağlı direnme gücüyle yaşadı. Bu son derece masraflı tedavi dönemi için öncelikle bizim dönem ve diğer Darüşşafakalılar seferber oldu. Ancak özellikle eşi Sema’nın bu son derece meşakkatli bakım aşamasında gösterdiği özverinin hakkı ödenmez.
Darüşşafaka’da geçirilen 8 yıllık yatılı eğitim takdir edersiniz, çok yakın bir arkadaşlık ilişkisini hasıl edecektir. Mezun olduktan sonra Halit, Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık bölümünü kazanmasına rağmen, tercihini sinemadan yana koymuş ve o zamanki adıyla Sinema-Tv Enstitüsü’nün özel yetenek sınavlarına girerek orayı kazanmıştı. (Ben de girmiş ancak başarılı olamamıştım ama her işte bir hayır vardır.) Kendi dönem arkadaşları arasında Hüseyin Kuzu, İsmet Arasan gibi isimler bulunuyordu. Ben de zaman zaman enstitüye gidiyor, o havayı kokluyor, özel gösterimlere sürekli katılıyordum. Sinemayla pratik olarak ilk ilintimiz, kendisinin ve benim Halit Refiğ’in Yorgun Savaşçı dizisinde, cepheden dönen askerleri canlandırdığımız figüran rollerimizle olmuştu.
Sonrasında Halit, iki Şerif Gören çalışmasında, Beyoğlu’nun Arka Yakası (1986) ve Katırcılar’da (1987), Hüseyin Kuzu’yla beraber senaryo yazarlarından biri olarak görev aldı. Ayrıca Katırcılar’da bir de jandarmayı canlandırdığı rol aldı. Halit bunların yanısıra, Darüşşafaka’nın tarihini anlatan bir de belgesel çekti. 2004’te ise kendi uzun metraj çalışması Başkalarının Nefesi’ne imza attı. Sinemayla ilgili birçok konuya kafa yoruyor, sinemanın pratik ama aynı zamanda akademik boyutu için çeşitli görüşler geliştiriyordu. Her konuda çok okuyor, belki de sinema gibi daha çok pratik yanında yoğunlaşacak biri için gereğinden fazla mesai harcıyordu. Ancak her zaman iyi niyetli, güleryüzlü, pozitif enerjili, espritüel bir hava taşıyor, öyle bir rezonans yayıyordu.
Darüşşafaka’da devamlı neşeli, etrafına espri dağıtan, lisenin basketbol takımında sıkı bir yeri olan samimi bir arkadaşımızdı. Kaderin her birimize ördüğü yaşam çizgisiyle hepimiz bir yerlere savrulduk. Sinema öğrenimi ve sonrasında geçirdiği sancılı süreç, acaba Mimarlık bölümünde okusaydı, benzeri şekilde yaşanır mıydı? Ancak kişisel tarihlerimizde hastalık gibi bazen elimizde olmayan olgular hayatımızı farklı şekilde yönlendirebiliyor, kader dediğimiz o büyük gerçek her defasında kendisini izhar ediyor. Hayata adım attığımız anda aslında ölüme de adım atmış oluyoruz, yani ölmek üzere dünyaya geliyoruz. Dolayısıyla ölüm aslında hayatın tek gerçeği. Çok şeyler paylaştığım arkadaşıma Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhu şad olsun...