Tam yüz yıldır Lozan'ın "zafer mi; yoksa hezimet mi" olduğunu tartışıyoruz. Çünkü, baktığınız yere göre her ikisi de doğru görünmektedir. Elbette kim için zafer ve kimler için hezimet olduğu önemlidir. Gelin bu "derin" karanlığı; belgeler ışığında aydınlatmaya çalışalım.
"Lozan"ı doğru anlayabilmek için biraz geriden başlamak gerekir.
İngiliz Doğu Komitesi (Eastern Committee), Ocak 1919'da, Orta Anadolu'ya sıkıştırdıkları Türkler hakkında karar vermek için toplanmıştı. "Fırsat bulmuşken tamamını Orta Asya'ya sürelim" görüşü ağır basmıştı ama "Öyle yaparsak, öngöremediğimiz bir tehlikeyle karşılaşabiliriz" diyen Komite Başkanı George Curzon'un, "Türkleri Anadolu'da bırakalım ama tehdit güçlerini ellerinden alalım, Batı'ya sıkı bağlayalım" görüşünde karar kılmışlardı.[1]
O günlerde Paris Barış Konferansı'na giden Balfour'un yerine Dışişleri Bakanlığını üstlenen Curzon, tam bir Türk uzmanıydı. Kendisinin ürettiği "Başkenti Anadolu'da olan yeni bir yönetim kurulması" stratejisini; İngiltere adına desteklemişti. Nitekim Kurtuluş Savaşı'nın daha ilk günlerinde verdiği demeçte, "İstanbul Hükümeti mefluç (felç) ve Mustafa Kemal, Türkiye'nin hakiki hâkimidir" demişti. Aslında İzmir'de toplanacak olan Barış Konferansı'nı Lozan'a naklettirmiş ve İngiltere'yi o temsil etmişti.[2]
Türkiye ise; Lord Curzon gibi kurtların masasına, Mondros Mütarekesi'nin rövanşını almak için sabırsızlanan (ve çok iyi İngilizce bilen) Heyet-i Temsiliye Reisi Rauf Orbay veya teamül gereği; Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek'in gönderilmesi gerekirken, bu işlerle hiç ilgisi olmayan; üstelik kulağı da duymayan İsmet Paşa'yı göndermişti!
Bu görevlendirmeye o bile şaşırmış, "İlk defa çizmeyi çıkarıp iskarpin giydim. Sivil ve diplomatik hayata çok yabancıydım. Lozan'da uğradığım güçlük, askerlikten gelip amatör diplomatlık yapmamdı" itirafında bulunmuştu. Gazi ise bu tercihini, "İsmet bana her zaman kusursuz itaat etmiştir" şeklinde savunmuştu![3]
Türk tarafı, bireysel temsiliyetteki bu büyük zaaf yetmiyormuş gibi ulusal temsiliyette de; "teslimiyet" anlamına gelen bir hata yapmıştı!
"Çifte davet" oyunu üzerine kurulu bir danışıklı dövüş sayesinde, Lozan Konferansı başlamadan 10 gün önce Saltanat kaldırılmıştı ama mer'i Anayasa'ya göre hâlâ devletin temsilcisi Halife ve merkezi de İstanbul idi. Ankara'daki yapılanma, anayasaya aykırı bir başlangıçtan ibaretti.
Yani Ankara yönetiminin henüz uluslararası meşruiyeti yoktu. Zaten Ankara'nın asıl derdi de buydu. Sınırın nereden geçtiği tali meseleydi! En zaruri hedef, "devlet" olabilmekti!
Bunu Avrupa temsilcileri de çok iyi biliyordu ama o "meşruiyeti" vermek için "özel" şartları vardı! İşte her iki tarafın bu "asıl talepleri"yle ilgili pazarlık, salonlardaki müzakerelerin tamamen dışında, İsmet Paşa'nın danışmanı Hahambaşı Hayim Nahum aracılığıyla yürütülüyordu. Ankara'dan yetki alan Nahum, konferans başlamadan önce Londra'da Lord Curzon ile görüşmüş, "Siz Türkiye'nin mülkî tamamiyetini (Ankara'nın meşruiyetini) kabul edin, ben İslâmiyet'i ve İslâm temsilciliğini (Hilafeti), ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum" demişti.[4]
Sonra Ankara'ya gelen Nahum, planın muvaffakiyetinde söz sahibi olan merciden (M. Kemal Paşa) tekrar onay almıştı!
İsmet Paşa'nın; "Mücadeleci, müttefikleri; etrafında toplayarak sevk ve idareye muktedir bir manevracı" şeklinde tarif ettiği Lord Curzon, 11 Kasım 1922'de başlayan görüşmeleri orkestra şefi gibi yönetmişti. Öncelikle, coğrafi hedeflerini masaya yatırmış ve tamamına ulaşmıştı![5]
Lozan'da 100 kişilik Türk heyeti vardı ama gazeteci Hüseyin Cahit, "Hepsi dans öğrenmekle, briç ve poker oynamakla meşguldü. Müzakerelerle ilgili bütün bilgileri, Hayim Nahum'dan aldık" diyordu.[6]
Masadaki hedeflerine ulaşan Lord Curzon, Londra'nın asıl şartını da, "Türk mukaddesatının feda edilmesi gibi muazzam bir Hristiyanî zafer ümidi olmazsa, müzakereler kesilecek ve işler hemen fiilî safhaya dökülecektir" şeklinde aktarmıştı. "Danışman" Hayim Nahum, Curzon'un bu diplomatik tehdidini İsmet Paşa'ya, "Konferansa devam edebilmeniz için Hilâfetin kaldırılması şartını kabul etmeniz gerekir" şeklinde tercüme etmişti![7]
Son sözünü söyleyen Lord Curzon, 4 Şubat 1923 günü Londra'ya hareket etmiş, İsmet Paşa da bu yeni durumu görüşmek için Türkiye'ye dönmüştü!
Eskişehir İstasyonu'nda, İzmir'den gelen Mustafa Kemal Paşa'nın trenine geçen İsmet Bey İngiltere'nin yeni şartını iletirken, Londra'da trenden inen Lord Curzon da, ne hikmetse; henüz bitmemiş müzakerelerin kahramanı olarak karşılanıyordu!
Bir süre sonra Türkiye'nin, "Yeni şartınızı kabul ediyoruz" mesajı üzerine, Lozan'ın 2. Bölümü 23 Nisan'da başlamıştı. Ancak, istediğini alan Lord Curzon "tali meselelerin" görüşüleceği bu bölüme gelmemişti. İsmet Paşa ise, yeni tavizler için TBMM'den aldığı yeni yetkiyle tekrar Lozan'a gitmişti!
Netice itibariyle 24 Temmuz 1923 günü (100 yıl önce bugün) imzalanan "Lozan Barış Antlaşması", coğrafi tavizleri tescil eden bir "Ön Mutabakat" mahiyetindeydi. Türkiye'ye, "Diğer şartları da yerine getirirsen 'devlet' olabilirsin" mesajı verilmişti.
Nitekim acelesi olan Ankara, bu gayr-i millî antlaşmayı bir "hezimet" olarak gören ve onaylamayacağı bilinen Millî Meclis'i 1 Nisan 1923 günü "Yoruldu" bahanesiyle feshetmiş, Mustafa Kemal Paşa'ya "Senin umdelerinin (ilkelerinin) dışına çıkmayacağım" sözü verenlerden oluşan "özel" bir Meclis kurmuştu. Ve 11 Ağustos'ta oluşan yeni Meclis'in ilk işi 23 Ağustos'ta toplanarak, Lozan Antlaşması'nı kabul etmek olmuştu![8]
Antlaşma TBMM'de emrivaki ile onaylanmış ise de kamuoyunda çok tepki görmüştü. İsmet Paşa bile, "Fedakârlığı son haddine vardırdık. Toprak meselelerinde kendi zararımıza ve Müttefiklerin lehine kararlar aldık. Ekalliyetler (azınlıklar) meselesini, iktisadi ve mali meselelerden çoğunu Müttefiklerin dilediği gibi hallettik" demişti.[9]
Oysa turpun büyüğü daha heybeden çıkmamıştı!
Lord Curzon, Avam Kamarası'na, "Türkler bir daha eski savlet (dinamizm) ve şevketine (güç) kavuşamayacaktır. Zira biz, onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz" sözü vermişti!"[10]
Ama biz ona itibar etmeyelim, kendi "güçlü" kaynaklarımıza dönelim!
Mustafa Kemal Paşa'nın en yakın arkadaşı ve İcra Vekilleri Heyeti Reisi (Başbakan) Rauf (Orbay) Bey, gazeteci Feridun Kandemir'e "Anlaşıldığına göre İsmet Paşa, Lozan'da; İngilizlerle arabuluculuk rolü oynayan Hayim Nahum Efendi'nin telkinleriyle, Hilafetin devamına müsaade edilmemesini tamamıyla benimsemiş" bilgisi vermişti.[11]
Londra-Ankara hattında yaşananlar da, bu vahameti doğruluyordu!
Zira Türkiye'nin büyük fedakârlıklarla kabul edip, özel Meclis dizayn ederek yıldırım hızıyla onayladığı antlaşmanın geçerli olması için bütün taraflarca da onaylanması gerekiyordu. Oysa İngiltere Kralı, Lozan Antlaşması için "Yeni bir çağ açacak" diyordu ama onay için bir türlü parlamentoya gönderilmiyordu.
Ankara'da ise 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edilmişti ama kimse ilgilenmemişti!
Nihayet Lozan Antlaşması, 3 Mart 1924'te Hilafetin kaldırılmasından sonra (bir yıl gecikmeli olarak) 16 Temmuz 1924'te İngiltere Parlamentosu'nda onaylanmış ve 5 Eylül'de Milletler Cemiyeti'nde tescil edilmesiyle birlikte Avrupa devletleri, bir yıldır tanıyamadıkları(!) Türkiye Cumhuriyeti'ni tanıma yarışına girmişti!
Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'dan süpürdüğü Avrupalılar şimdi kendisine "Büyük devrimci" diyor; övgüler yağıyordu. Hatta, denize döktüğümüz Yunanlıların başbakanı Venizelos, Mustafa Kemal'e Nobel Barış Ödülü verilmesini istiyoedu!
İngiliz Yazar Philip Graves, Saltanat ve Hilafetin kaldırılmasına, "Türkiye'yi, Avrupa devletine dönüştürmek isteyen devrimci adımların ilki..." demişti. "Ankara, Müslüman uyrukları yöneten bir gayrimüslim devlet için güçlükler çıkaran bir kurumu (Hilafet'i) ortadan kaldırmakla, Britanya İmparatorluğu'na olağanüstü bir iyilik yapmıştır" değerlendirmesi ise çok manidardı! (Briton and Turk, London 1941)
Tabii ki, İngiliz yazarın da dediği gibi Hilafetin kaldırılması sadece başlangıçtı! İnkılaplar da Londra'nın şartına dâhildi. Aslında Hilafet, sonraki operasyonların selameti(!) için kaldırılmıştı!
Zaten Amerika'nın Ankara Büyükelçisi olan Charles H. Sherrill de, "8. Henry gibi Gazi de Hilafeti lağvetmiş ve ruhani sınıfın nüfuzunu ortadan kaldırmıştı. Aynı zamanda namaza davetin de, Türkçe yapılmasını istemişti" derken, büyükelçilik yaptığı 1932 yılına kadarki devrimleri özetliyordu! [12]
Mağlup devlet muamelesi gördüğümüz Lozan'da, "Ne aldık ve karşılığında ne verdik" konusu özellikle tek parti diktatörlüğünün bitişiyle birlikte sürekli tartışılmıştır.
Merhum Kadir Mısırlıoğlu 1964 yılında yayınladığı "Lozan Zafer mi Hezimet mi" kitabında, bu vahim ayrıntıları daha da iddialı olarak tekrarlamıştı ve konun baş kahramanı olan İsmet Paşa hiçbir itirazda bulunmamıştı!
Ahmet Kabaklı "Temellerin Duruşması" kitabında, "İngiltere'nin, Hilafeti Türkiye'nin elinden almak yolunda ne kadar kararlı olduğunu anlatacağız" diye başladığı bölümün sonunda, "Hilafet, İngilizlerin verdiği ufak tefek tavizlere feda edilmişse... Yazık olmuştur, çok ucuza gitmiştir" noktasına gelmektedir![13]
Zaten, yüzyıllardır Hilafetin kaldırılması için uğraşan İngilizlerin, Türkleri en zayıf yerinden yakaladığı Lozan'da Hilafeti hiç gündeme getirmediğini söylemek; ancak İngilizleri hiç tanımayanların ortaya atabileceği akla ziyan bir iddiadır.
Sonuç...
Kemalistlerin "Lozan, Türkiye Cumhuriyeti'nin tapu senedidir" sözü doğrudur.
Ancak...
Kurtuluş Savaşı'nı kazanarak kurduğumuz devletin tapusunu, cephede yendiğimiz düşmandan almak ne kadar doğrudur?
[1] Taha Akyol, Curzon Raporu: Türkler Asya'ya, Milliyet gazetesi, 2 Ağustos 1998.
[2] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/lord-curzon-1859-1925/
[3] İsmet İnönü'nün Lozan Hatıraları-I, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul 1998, s. 125.
[4] Büyük Doğu, İsmet Paşa ve Lozan'ın İçyüzü, Sayı: 29, 6 Ekim 1950, s. 10.
[5] İsmet İnönü'nün Lozan Hatıraları-I, s. 104.
[6] Cemal Kutay, Bilinmeyen Tarihimiz-1, Dizerkonca Matbaası, İstanbul 1974, s. 294, 305.
[7] Büyük Doğu, İsmet Paşa ve Lozan'ın İçyüzü, s. 10.
[8] Eyüp Durukan, Günlüklerde Bir Ömür-V, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, s. 260.
[9] Ali Naci Karacan, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, Türk İnkılap Tarihi Ens. Yayınları, İstanbul 1943, s. 211.
[10] Büyük Doğu, İsmet Paşa ve Lozan'ın İçyüzü, s. 11, 16.
[11] Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul 1993, s. 147-154.
[12] Temellerin Duruşması, s. 160-164.
[13] Temellerin Duruşması, s. 135, 148.