Mezhep ya da etnik farklılık üzerine kurgulanan bir zihniyetin, nelere mal olabileceğini anlamak için yakın çevremize bakmak herhalde yeterli. İster Irak örneği, isterse Suriye üzerinden konuşalım. Sonuç aynı. Bu ayrışmalar hangi sebeple tırmanırsa tırmansın, yeni bir düzenin ya da dönüşümün gerçekleşmesini adeta imkansız hale getiriyor.
Irak’ta yaşanan ve yatışmak bir yana her geçen gün daha da artan sorunların iki önemli başlığı var. Etnik ve mezhebi siyaset. Kimin ne kadar haklı ya da mağdur olduğu, ötekinin bunu hangi gerekçe üzerinden ürettiğinin anlamı yok. Geçmişte bir baskı rejiminin zulmü altında yaşayan insanların, şimdi bu rejimden kurtulmak adına ürettikleri zeminin de öncekinden farkı kalmıyor bu durumda.
Önemli bir gelişmeyi not edelim bir kenara. Çünkü az önce aktarmaya çalıştığımız tehlikeli gidişatı durdurmak için bu tür yaklaşımlara gerçekten çok ihtiyaç var.
Irak’ta Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr, Bağdat hükümetinin baskılarına maruz kalan Sünnilerden özür diledi. Sadr’ın Şii bir lider olduğunu hatırlatmakta yarar var. Bakın ne diyor son gelişmelerle ilgili:
‘İslam, bütün mezhepleri kucaklar ve biz mezhepler arasında ayrım yapmayız. Sömürgeciliğin senelerdir oluşturmaya çalıştığı parçalanmışlık bizim yöntemimiz olmamalı. Hiçbirini ayırt etmeksizin söylüyorum mezhep çatışmalarının olduğu İslam ülkelerinden Allah, Rasulü ve Ehl-i Beyt razı değildir. ‘Şii Sünninin, Sünni Şiinin düşmanı oldu’ bu kabul edilemez. Şiiliğimiz ve Sünniliğimizden önce biz Müslümanız.’
Mukteda Sadr’ın devamında söyledikleri ise çok daha dikkat çekici:
‘Bazıları Saddam Hüseyin’in Sünnileri temsil ettiğini söylüyordu. Kesinlikle bu doğru değil, çünkü o terörü temsil ediyor. Saddam güneydeki Şiilere baskı yapmak için Sünni orduyu kullanıyordu. Şimdi de Sünnilere baskı yapmak ve onları öldürmek için Şii ordular kullanılıyor. Sünni hükümet gelirse Şiilerle, Şii hükümet gelirse Sünnilerle savaşıyor. Ben, Şii hükümetin zulmünden dolayı Sünnilerden özür diliyorum ve Sünni olsaydım da Şiilere yapılanlar nedeniyle onlardan özür dilerdim.’
Fazla söze herhalde hacet yok. Bu sağduyu sahibi sesin Irak’ta ve tüm coğrafyamızda karşılık bulmasını dilemek dışında.
***
Türkiye, bir yandan yakın çevresindeki bu kötü örnekleri ve gelişmeleri takip ederken, diğer yandan da kendi içinde benzeri sorunları yönetilebilir kılmaya gayret ediyor. Etnik ve mezhebi fay hatlarının, kolayca harekete geçtiği bölge ülkeleriyle aynı düzeyde olmasa da, ciddi sorunlar yaşadığımız ve daha fazlasını da yaşayabileceğimiz gerçeği her zaman kapıda bekliyor.
Kürt sorunu üzerinden geldiğimiz aşama, üretmeye çabaladığımız çözüm yolları ve toplamda önümüze çıkan riskli yol haritasını, bir de bölgesel sorunların parantezinde okumak gerekiyor.
Irak ve Suriye’de yaşananlar, bu sorunlarla sakin zamanlarda mücadele edemeyen ve geniş kesimlerin katılımını sahici bir modelle ortaya koyamayan ülkelerin, çatışma anlarında nasıl güçsüz düşeceğini gösteriyor. Şu halde ülke içinde çok önemli gibi görünen birtakım siyasi sorunları, dar alanda kısa paslaşmaları öne çıkararak asıl tabloyu görmemek, ciddi bir tehdidi yok saymak olur.
Zihinleri kışkırtarak yazalım. Bugün Kürt sorununu her düzeyde ele aldığı, cesur hamlelerle yüzleştiği ve sahici olarak konuştuğu için ülkemizin bölüneceğini iddia edenler, acaba tüm bunlar bastırıldığı takdirde ne olmasını umut ediyorlar. Gerçekten sorunlarını konuşamayan, yok sayan, küçümseme eğiliminde olan, en tehlikelisi de sorun sahiplerini başka gerekçelerle mahkum eden bir siyaset egemen olsa Türkiye daha mı güçlü olacak.
Cevabı belli değil mi bu soruların...