Etki ajanlığı’, özellikle soğuk savaş döneminde başını ABD’nin çektiği kapitalist sistemle, Sovyetler Birliği arasında yaşanan gizli operasyonların izah edilebilmesi için başvurulan bir kavramdı..
‘Etki ajanları’ her iki güç merkezi (ABD ve Rusya) tarafından entelektüeller, aydınlar ve medya içinden seçiliyorlardı. ‘Etki ajanı’ olarak kullanılmış bazı isimlerin kendi alanlarında son derece saygın isimler olduğu biliniyor. Belki kişisel çıkarlar, belki siyasi ve ideolojik tercihler ‘bir taraf’ adına ‘etki ajanlığı’ yapmayı kolaylaştırıyordu.
Kürt sorunu üstüne bunca zamandır yazıp duruyorum, ‘etki ajanlığı’ kavramı ilk kez geliyor aklıma.
Bunun sebebi son zamanlarda okurken bile beni korkutan yazılar okumuş olmak.
Çözüm süreci bağlamında öyle analizler yapılıyor ki, bu analizleri yapanların iyi niyetli olduklarına insanın inanması çok zor.
Bu analiz ve görüşlere bakınca, acaba süreci boşa çıkarmak için, bir çeşit ‘etki ajanlığı’ mı yapılıyor diye düşünmemek de elde değil.
Silahlı mücadelenin Kürt aydınları ve bugün çözüm sürecine muhatap alınan Kürt siyasetçileri tarafından değil de, Türk aydınları ve yazarları tarafından adeta kutsanması, Kürt meselesi söz konusu olduğunda adını bile duymadığımız kimselerin, Kürtler’e ‘Dört Parçada Birlik’ tavsiyelerinde bulunmasının sebebi nedir acaba?
***
Türk aydınlarının bir kısmı, PKK’nin Türkiye’ye karşı 30 yıldır sürdürdüğü silahlı mücadelenin bitmesini neden istemiyorlar
‘Bu haklar yetmez, silah elden bırakılmaz!’ diyerek çözüm sürecine neden taş koyuyorlar?
PKK dağda kalmaya devam ettikçe, AK Parti’yle mücadele etmek daha mı kolay yoksa?
PKK dağda kalmaya devam ettikçe, uluslararası güç odaklarının Türkiye’ye karşı mücadeleleri daha mı kolay olacak?
Türkiye PKK’li grupları dağdan indirerek, kendi soğuk savaş dönemini sonlandırmaya çalışırken, birileri de bu soğuk savaş sürsün diye, soğuk savaş döneminden kalma ‘etki ajanlığı’ yolunu mu deniyor?
Yoksa etki ajanlığı değil de, siyasi, ideolojik sebepler ve bu sebeplerin doğurduğu bir ‘AK Parti düşmanlığı’ mı söz konusudur?
Barıştan korktuğunu açıkça yazanlar, çözüm sürecinin başarısızlığa uğraması halinde AVM’lerde patlayacak bombaları daha şimdiden ‘müjdeleyenler’, Kürt halkının çözüm sürecinden bu yana derin bir hayal kırıklığı içine girdiğini, nabzının iyi atmadığını yazanlar, bütün bir toplumu korkularına ortak etmek istiyorlar.
Kemalist elitler, cumhuriyeti, cumhur olmadan kurarken, nasıl ki, bölünme paranoyalarına herkesi ortak etmeyi başardılarsa, barıştan korkanlar da insanları kendi korkularına ortak etmeye azami gayret gösteriyorlar.
Askeri vesayet irtica ve bölünme paranoyası üzerine inşa edildi. Kürtler bir biçimde dağa çıkartılıyorlardı, sonra da dağdan indiriliyorlardı. O dönemde, generaller için marifet dağa çıkanları dağdan indirmekti. Sonra bu gelenek bozuldu. Son 30 yılda, dağa çıkanları dağdan indirmek değil, dağda tutmak bir marifet sayıldı.
Türkiye, dağa çıkan Kürtleri dağda tutmanın marifet olmadığını geç de olsa öğrendi ve Kürt sorunu askeri vesayet yanlılarının egemen olduğu bir alan olmaktan çıktı.
Siyaset ve toplum büyük oranda sivilleşti. Bu sivilleşmeyi tehdit eden tek şey, PKK’nin silahlı varlığı ve mücadelesidir.
Şimdi bakıyorsunuz, demokrat kimliği ve söylemleriyle en önde gelen aydınlarımız bile, ‘Ey Kürtler, özerkliği tatmadan sakın ola ki silahları bırakmayın ve unutmayın ki, pazarlıktaki en büyük gücünüz silahlarınız’ diye yazıyorlar.
Bu memlekette Kendini PKK’nin yerine koyan ne kadar da aydınımız varmış, hayret doğrusu!
PKK silahlı mücadeleyi bırakıp sınır ötesine çekilse, oturup hüzün duyacak asker kaldı mı, sanmıyorum, ama anlaşılan, PKK Türkiye’ye karşı yürüttüğü silahlı mücadeleyi sonlandırdığı gün bu hüznü derinlerde duyacak epey münevverimiz, -pardon belki de ‘etki ajanımız’ demem gerekir- varmış.