2008 Şubat ayında üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması için yapılan anayasa değişikliği AK Parti ve MHP’nin oylarınya kabul edilirken bugün Millet İttifakının parçası olanlar yine hayır cephesindeydi.
2007’de AK Parti’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Abdullah Gül’ün eşinin başı örtülü diye e-muhtıra verildiğinde bugün FETÖ ve PKK’dan medet uman siyasiler “Ordu göreve” korosundaydı.
Meşhur Cumhuriyet Mitingleri de esasında başörtüsüne karşı tertip edilmişti. Çünkü ayrıcalıklarını kaybedeceklerine dair korkularını yansıttıkları bir simgeydi.
28 Şubat Darbesi de başörtülü kadınların adının olduğu ve fotoğrafta yer aldığı bir Türkiye’ye karşı yapılmıştı.
Bazı kadınların adı, sanı, şanı vardı, onlar ‘Cumhuriyet kadı’nıydı ama başörtülü kadınların adı resepsiyon davetiyelerine bile yazılamıyordu.
Bunun yüzden Meclis’te ve Çankaya’da yapılan davetlere siyasiler eşsiz olarak davet ediliyordu.
AK Parti Grup Başkanvekili Av. Özlem Zengin’in hatırlattığı gibi siyasette, kamuda, Meclis’te başörtülü kadının varlığı şöyle dursun, bir siyasetçinin ya da bürokratın eşi olarak bile tahammül yoktu.
Aile hayatını dahi dizany etmeye varan bir faşizm vardı memlekette.
Nitekim FETÖ gibi her melanetin beklendiği terör örgütlerinin devlette yuvalanmasını da bu iklim sağlamıştı.
AK Parti, darbe sopasını ensesinde her an hissetmesine rağmen okullarda fiili olarak yasağın gevşemesini sağladıktan sonra 2008’de bir anayasa değişikliği gerçekleştirdi. Bugün utanmadan “Başörtüsü yasağını biz kaldırdık” diyen CHP, Anayasa Mahkemesi’ne koşarak yasayı iptal ettirdi.
“411 El Kaosa kalktı” manşetlerinin atıldığı günler ne de cesur konuşuyorlardı, 28 Şubat’ın had bildiricileri…
‘Başörtüsü yasağı’ dediğimiz şey, bir yaşam biçimine sahip kadınlara yönelikti; elbette bir bez parçasına değil.
Kadının kamusal alandaki varlığına, kadının adına getirilen bir yasaktı. Kamusal alanda yoksanız adınız da yoktu.
Başörtülü kadınlar, eve gelen temizlikçi ya da kapıcı, en fazla ailesinden utanan modern bir genç kızın annesi olabilirdi.
Toplumun eğitimli müreffeh kesiminde başı örtülü bir kadın resmetmek mümkün değildi. Başörtülü öğretmen, hakim, savcı, doctor… olmak mi? Ne münasebet!
Fabrika işçisi ise bile beklenen, ‘aydınlandıkça’ başını açmasıydı.
Merve Kavakçı’nın şahsında tüm başörtülülere haddinin bildirildiği TBMM’de bugün pek çok kadın vekil bizleri temsil ediyor; başı açık ya da kapalı olarak.
Meclis’te başörtüsü yasağı kalkalı daha 6 sene oldu. 2013, dün gibi.
Hatırlayın CHP grubunun, siyasi maliyetini kaldıramayacağını düşünerek kerhen onay verdiği günü.
Şafak Pavey’in o gün yaptığı konuşmada da had bildirme vardı.
Yasağın ‘CHP’nin lütfuyla’ kaldırıldığını kafamıza sokmamız isteniyordu.
İstanbul Barosu’nun kapısından “Başörtülüler giremez” levhası kalkalı da çok olmadı. Başörtülü hakim, savcı, polis, asker görmeye başlamamız bir iki senedir…
Bu kitlesel yasak, faşizmin bir göstergesi olarak 10 yıllarca devam etti. Ta ki AK Parti iktidarının cesaret ve akılla ortaya koyduğu siyaset ve tabii ki başörtülü kadınların ‘sabır eylemleri’yle…
Şimdi bakıyorum da yasak kalktıkça bazılarının kinleri daha da artmış.
Ak Parti Grup Başkan Vekili Özlem Zengin’e yapılan lincin altında da Gezi Kalkışması sırasında başörtülülere edilen hakaretlerde de, Cumhurbaşkanı’nın şahsı ve ailesine dönük aşağılık sözlerde de birikmiş bir nefretin iz düşümleri var.
Başörtüsü sosyolojik bir dönüşümün simgesi ve asıl tepki buna; dolayısıyla bunu sağlayan siyasi irade ve figürlere…
Üstelik bunu hatırlatmak da kabahat.
Yasağın failleri oldukları gerçeği yüzlerine vurulmasın, o günler hatırlatılmasın istiyorlar. Mahcubiyetlerinden değil ama, hala aynı kafada olduklarından.
Ellerine yeniden imkan geçse yapacakları yaptıklarından beter olur.
Eskiden hakir görürlerdi şimdi nefret ediyorlar çünkü….