Evinin rahatında ayaklarını uzatmış, bir yandan viskisini yudumlayıp öte yandan ona buna mesaj sallayarak çoluk çocuğu devrim palavralarıyla sokağa süren yetmişli yılların devrimci kalıntıları, gene iş başındaydı önceki gün ve gece. DHKP-C Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği nam kiralık çete de iş başındaydı her zaman olduğu gibi. İlk iş CNN International Muhabiri, Şerlok Holmes’in salak yardımcısı Dr Watson’un adaşı bir muhbir, afedersiniz, bir muhabir sahneye çıktı. Polis, kimliğini sorunca babalandı, ardından da “polis bana tekme attı” diye bir palavrayı uçuruverdi. Aynı Watson Amerikan askerleri Irak’ta halkın üzerine özel yetiştirilmiş kurt köpeklerini salarken neredeydi acaba? Aynı Watson Black Water gibi Pentagon’la ABD Dış İşleri Bakanlığının yılda milyar dolar ödediği kiralık katiller Bağdat’ta trafik sıkıştı diye halkıın üzerine mermi yağdırırken yemek arası mı vermişti?
Bu sırada nice sinema yönetmenine taş çıkartacak BBC, AFP ve benzeri meşrubatın kameremanları mizansen yaratmak peşindeydi. Kızıl saçları dalga dalga kaldırıma dökülen, tam makyaj, siyah pantolonlu, siyah bluzlu bir hatun yere boylu boyunca serilmiş, yanıbaşına da delikanlının biri cenin misali dizlerini karnına çekip gözlerini yummuş yatmakta. Şakır şukur fotoğraflar çekiliyor, kameralar çalışıyor ve bu traji komik görüntü dünyaya servis ediliyor, “Türkiye’de polis vahşeti...masum gençlere polis kıyıyor...” başlıkları eşliğinde. Bunlar oladursun “CHP-İst-İl” başlıklı bir siteden uyarılar yağıyor sosyal medya aracılığıyla: “Tanımadığınız kişilerden su istemeyiniz. Polis ilaçlı su veriyor; kendinden geçen vatandaşları gözaltına alıyor!” Tabi bu da servis ediliyor o saat yedi düvele. Bu sıra yüzlerini kırmızı mendille örtmüş, ellerinde otomatik silah ve tabancayla ortalıkta dolananlardan söz eden yok. Tıpkı Hamburg’da insanları bire kıran polisten nasıl söz eden olmadıysa, Amerika’da bir bebeğin beşiğine gaz bombası sallayıp onu oracıkta öldüren çevik kuvvet görevlisinin bu vahşeti karşısında gıkını çıkaran olmadıysa. Gök kuşağının her renginden yapılma bayraklar, üzerinde orak çekiçler dalgalanıyor da dalgalanıyor. Bunla “özgürlük simgeleri” olarak anlatılıyor safgillere. Orak çekiç ne zaman özgürlük simgesi olduysa!
“Gezi’nin Yıldönümü Sokaktayız Gene” başlığı altında İstanbul’u, az-biraz da İzmir’le Eskişehir’i rahatsız eden önceki geceki kurgu, aslında devletin gücünü ve kendi içinde baskı gördüğü için siyaset üretemeyen muhalefetin aczini bir kez daha sergilemekten öte hiçbir işe yaramadı. Eğer yetmişli yılları yaşamışsanız, önceki gece olan bitenin yurt düzeyinde bir şiddet fırtınasına dönüşeceğini düşünebilirsiniz. Ne var ki, biraz düşünürseniz bu günle yetmişler arasında çok somut bir fark gözünüze çarpar. O yıllarda devlet şiddetin içindeydi. Bu günse içinde olmadığı gibi şiddetin dal budak salmasına izin vermiyor. Yeni Türkiye’nin yakaladığı en büyük fırsat, yetmişli yılların sivil görünümlü şiddetinin ardında saklı devletin bu kez şiddet karşıtı olarak sahne almasıdır. O yılların ittihatçi kadim yöntemlerini uygulayanlar yok artık. İttihatçi kalıntıları AK Parti iktidarının ilk yıllarında, İstanbul dükalığının da desteğiyle, ona karşı da çıkmış devirmeye soyunmuştu. Toprağı bol olsun Hırant başta olmak üzere, Danıştay cinayetinin, Zirve katliamının, Rahip Santoro suikastının arkasındaki adresi herkes biliyor artık.
Başbakan’ın kimi zaman sert üslubu birilerini rahatsız edebilir ancak devleti bu kirli, geçmişte sonu binlerce ölümle biten iğrenç oyundan çekip çıkaran da Erdoğan’dır. Muhalif olmak, eleştirmek bunu görmeyi engellemez, engellememeli. Hele de seksen kuşağının bu gerçeği kavraması, muhalefetini meşru zeminlerde, ağzını bozmandan yapması, kendini bunaltıcı ortamlardan sakınması en azından ruh sağlığı açısından önemlidir. Ha yetmişlerin çakallarına gelince, onlar daha Yeni Türkiye’nin bilincine varamadılar; ittirin kenara dursunlar, devrim türkülerini mırıldanmayı sürdürsünler!