Bazı gazetelerin Gülsuyu’ndaki DHKPC şiddetine övgüler düzmesi düşündürücü değil mi? Hele bu gazetelerin arasında Eski Türkiye’de merkezi temsil edenlerin bulunması ürkütücü değil mi?
Onyıllardır dindarları, muhafazakarları, Kürtleri, hasılı demokrasi talep eden bütün grupları sahte bir irtica, şeriat ve bölücülük korkusu üzerinden marjinalleşmekle yaftalayanların; bugün iktidar umudu azaldıkça marja kaymaları da yaman bir çelişki değil mi? Muhafazakarlar marjinalleşmedi aksine ülkeye demokrasi ve refahı getirdiler ama bu kez eski merkezin bazı üniteleri marja doğru kayıyor. Gezi Parkı’nda hak mücadelesiyle şiddeti bile isteye ayırt etmeyenler, şimdi daha riskli bir alana yatırım yapıyor!
Oysa, iktidar mücadelesi ne kadar sert olursa olsun; hatta 10 yıldır yaşandığı gibi darbe veya parti kapattırma girişimleriyle ne kadar centilmenlik dışı olursa olsun bir terör örgütüne övgü tezahürü asla beklenmezdi. İstanbul şehrinin göbeğindeki silahlı terörü romantik bir isyan sahnesi olarak takdim etmek bir demokraside düşünülemezdi. Üstelik o örgütün elinden ABD Büyükelçiliği saldırısının kanı hala damlarken...
Bu ülkenin laik, Kemalist ve hatta ulusalcı kesimlerinin; bu kesimlerin medyası ve fikir sahiplerinin; iktidar rahatsız olsun diye sokaktaki şiddet ve terörün ürettiği gerilimi övmeleri sonuç alması imkansız bir tavırdır. Kitlelerin umutsuzluğunu artırmaktan başka hiçbir sonuç çıkmaz oradan...
Yine de öylesine şaşılası bir durumla karşı karşıyayız ki bu tavrı eleştirmekten çok anlamaya çalışmak gerekiyor.
Nasıl oluyor da CHP gibi köklü bir partinin dili hızla İşçi Partisi’yle aynı seviyeye iniyor?Nasıl oluyor da toplumun kağıt üzerinde en eğitimli kesiminin sivil toplum örgütü, DHKPC olabiliyor? Nasıl oluyor da yıllardır makul, mantıklı ve demokrat tavırlarıyla bilinen kalemler, kanaat önderleri bu durumu eleştirmek şöyle dursun üzerine körükle gidebiliyorlar? Öfke bu kadar mı kontrolden çıktı?
Anlaşıldı, Gezi Parkı olayları muhalefet eksikliğinden dolayı oldu ama şimdi hepimiz birlikte daha büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Eski merkez, umudunu yitirdikçe marjinalleşme eğilimi gösteriyor.
Bu belirtiler daha önce de vardı ama daha masum alanlarda...
Mesela, hayatları boyunca Kürtlerden nefret edenler ve Kürtlerin haklarına karşı direnenler birdenbire Kürtçü olmaya başladı. Ya da Alevilerin yüzüne bakmayanlar sokaklara salınan Alevi gençlerini pohpohlamaya koyuldu. Hatta, azınlık deyince tüyleri diken diken olanlar birdenbire Ruhban Okulu için slogan atar oldu. Kürt, Alevi ve azınlık sorunlarına siyasetlerinde ve söylemlerinde yer vermeyenler, hepsini birden iktidarı rahatsız etme enstrümanları olarak keşfettiler.
Bu iki yüzlü durum bile bugün sergilenen şiddete övgünün yanında anlaşılabilir. Ama, bu kadarı gerçekten ürkütücüdür.
Temel sorun, ülkenin mevcut iktidar elinde ikinci on yıla giriyor olması, yani bir kırılma anı daha yaşamasıdır. Tamam ama bununla mücadelenin tek yolu daha fazla demokrasi önermektir. AK Parti’den daha demokrat bir parti, Erdoğan’dan daha reformcu bir lider. Bu ikisi olmadan ne şiddetin, ne de celalin faydası vardır.
Gecikmeden yüzleşmek gerekiyor.
Yakın zamana meşruiyetin referansı olan kurumlar, kişiler, fikirler, gazeteler, gazeteciler nasıl bu noktaya geldi anlamak zorundayız. Ama bu görev aynı zamanda CHP başta olmak üzere bütün laik-Kemalist kurumların omzundadır. Önce onlar içinde bulundukları durumdan kurtulmayı istemeli ve sonra hep birlikte gerilimi büyütmeden sorunu çözmeliyiz.