Taksim eyleminin fotoğrafı giderek netleşiyor. Çevre duyarlılığı ile başlayan, hayat tarzı kaygılarıyla şekillenen eylem dinamiğinin etrafına şiddetten bir koza örülmüş durumdadır. Sorun olarak tanımlanacak şey, Gezi Parkı etrafındaki çekirdek değil, çekirdeğin etrafına örülen kozadır. Açıkça söyleyelim... Bu noktadan sonra “masum” eylemcinin kendisini bu şiddet üreten kozadan ayırma imkanı kalmamıştır. Gösteriler sürdüğü müddetçe şiddet grupları da demokrasi fırsatından yararlanmaya devam edecektir. Tek çare eylemlerin hemen şimdi bitirilmesidir.
Kimsenin şüphesi olmasın her seviyede sorumlular bu süreçten almaları gereken mesajı almıştır. Ağaçtan hayat tarzına kadar bütün mesaj setinin içinde ne varsa hepsi kaydedilmiştir.
Şimdi ise, bir demokratik hakkı kullananların da kendileri üzerinden üretilen şiddeti boşa çıkarmak için bu gergin sürece daha fazla payanda olmamayı düşünmeleri gerekir. Toplum nasıl demokratik imkana karşı saygılıysa, Gezi Parkı eylemcileri de sürecin gittikçe kendi mesajlarını küçültüp değersizleştirdiğini, boşalan alana saldırganlığın yerleştiğini görmek zorundadır.
Taksim ilk eylem değil
Ayrıca kimse de kendi eyleminin kutsallığına kapılıp gitmemelidir. Türkiye, bu tür eylemleri ilk defa yaşamıyor. Bu ülkede 500 haftayı geçen başörtüsü eylemleri yapıldı; o insanlar kimseye saldırmadı. Cumartesi Anneleri 424 hafta, Taksim’in hemen yanı başında Galatasaray’da toplandı, eylem yaptı ama kimsenin burnu kanamadı.
Bırakın böylesi pür demokratik eylemleri... Bugün sokaktaki insanların çok çok daha fazlası 2007 yaz aylarında alanlardaydı ve Cumhuriyet mitingleri yaptılar. Dilediklerince konuştular, bugün olduğu gibi dilediklerine hakaret ettiler. Sonra seçim oldu ve son sözü seçmen söyledi. Yine kimse zarar görmedi; kimse kimseye saldırmadı, hiçbir binaya molotof kokteyli atılmadı.
Üsluptan ne kadar şikayet edilirse edilsin, kimsenin yaşam tarzına karışıldığı yoktur. Bunun tersi örnekler ise hala yaşanmaktadır. Eylemlerde bile örnekleri görülmüştür. Öte yandan, gösterilerin yapıldığı Taksim’i de içine alan Beyoğlu Belediyesi sınırları içindeki alkollü içki ruhsatı 5 yılda iki katına çıkmıştır.
Demokratik hak, şiddetle birlikte yürümez. Eylem olur, gösteri olur ama bunun adı demokratik eylem olmaz.
Yeni Türkiye’nin prensibi
Adını koyalım... Bugün ortadaki karışım demokratik eylem tablosu görüntüsü vermiyor.
Bunu şiddete müracaat etmeyen eylemcilerin ideolojilerindeki anti-demokratik cümlelere istinaden söylemiyorum.
Başbakan’a ve hükümetine karşı sokağa dökülenler aynı zamanda Kürt sorununda çözüme de karşıdır, başörtüsüne de karşıdır. Bu durum eylemlerini demokratik hak sınırının dışına çıkarmaz ama fikri meşruiyetini sorunlu hale getirir. Kendi hayat tarzı için sokağa dökülenlerin sıra başkalarının hayat tarzına gelince kayıtsız ve hatta reaksiyoner oldukları ilginç bir eyleme tanıklık ediyoruz.
Bunlar Eski Türkiye’de kalan fikirlerdir ama Yeni Türkiye demek, sokaktaki insana bu hakkını dilediğince ifade etme hakkını tanımak demektir.
Bu ülkede, dindarları, Kürtleri, Anadolulu olanı sevmeyen, sonsuza kadar sevmemeye devam edecek olan insanlar olacaktır.
Bu ülkede değişimi ve zenginliğin tabana yayılmasını kabullenemeyen, kendi hayat tarzından başka tarzı benimsemeyen insanlar yaşayacaktır.
Bu ülkede halk oyuna; mutlak demokrasiye kendi tanımlarından başka kıymet yüklemeyenler olmaya devam edecektir.
Demokrasi, aynı zamanda bu anlayışlara da hoşgörü göstermektir.
Taksim’dekiler ne istiyorsa, ne düşünüyorsa bunu istediği zeminde dile getirmelidir. Yeni Türkiye’de esas olan fikirlerini tartışmadan, ifade özgürlüğüne saygı göstermektir.