Bir ay önce Ankara’da bizi vuran, Cuma akşamı Paris’te tüm Avrupa’yı vuran DAEŞ’i, Suriye’de iş savaşa davetiye çıkartan “müdahalesizlik” var etti. Her şey gözümüzün önünde cereyan etti. Kırmızı çizgiler bir bir aşıldı. Daha ortalıkta ne isyan ne de Esed’in katliamları varken Suriye’yi tehdit eden ABD, Esed kendi halkını katletmeye başladıktan sonra tedricen geri çekildi. İran’la yürüttüğü nükleer müzakereler ve konsantrasyonunun başka alanlara kayması dolayısıyla zaman içinde muhalefeti yalnızlığa terk etti. PYD ve DAEŞ bu ortamda peyda oldu.
Şimdi ağlamanın kime ne faydası var demek değil amacım. Lakin Türkiye’yi Suriye konusundaki ısrarcı tavrından dolayı yalnızlığa mahkum etmeye çalışanlar bugün, Türkiye’nin üç yıldır anlatmaya çalıştığı noktaya gelmişlerse bir durup düşünmek lazım.
Değer miydi? Beş milyondan fazla Suriyeli’yi yersiz yurtsuz bırakmaya, mülteci olarak yollarda ölüme terk etmeye, yüzbinlercesinin savaşta can vermesine, onbinlerce çocuğu yetim koymaya, geleceksiz bırakmaya değer miydi?
Türkiye’nin ev sahipliğinde toplanan G20 liderleri Paris’teki katliamı kınarken ve bunun için derhal alınması gereken önlemleri masaya yatırırken bu muhasebeyi de yapıyorlar mı?
Önce can sonra Suriye mi diyorlar yoksa?
Maalesef öyle; lakin kendi canları yanarken Suriye’deki canlar için radikal ve kalıcı olabilecek adımları biran evvel atmazlarsa daha çok can yanacak. Ve öyle görülüyor ki bombalar sadece Bağdat’ta, Halep’te, Beyrut’ta, insan hayatının değersiz sayıldığı savaş coğrafyalarında değil Avrupa başkentlerinde de patlayacak?
***
Esed kimyasal silah kullandığında ABD, “kırmızı çizgimiz aşılmıştır” dedi. Buna rağmen Esed’e gerekli baskı ve yaptırım uygulamayan ABD, Rusya bilfiil Suriye’ye girince ve DAEŞ Avrupalı müttefiklerini ve kendisini de tehdit etmeye başlayınca konuya eğildi.
Çok önemli bir sebep de Avrupa’yı panikleten mülteciler konusu oldu.
Türkiye üç yıldır mültecileri incitmeden, toplumsal düzenin bozulmasına da imkan vermeden Suriyeli misafirlerinin maddi ve manevi yükünü yüklenmişken oralı olmayan ABD ve Avrupa, sorun kapılarına dayandığında ancak Türkiye’nin kıymetini anlayabildi ve “bütün yükü Türkiye’ye yükleyemeyiz” demeye başladı.
“Suriye’nin Dostları” denilen ülkeler ise hiçbir şey yapamıyorlarsa “değerli yalnızlık” ithamını göze alarak Türkiye gibi konuyu gündemde tutmayı başarabilirlerdi. ‘Reel politik’in acımasız kurallarını azıcık da olsa insanileştirdikleri için bugün hayırla yadedilebilirlerdi.
Suriye’yi İran ve Rusya’nın güç denemesine terk edip sonra da enfekte olmuş bu ortamda yeşeren DAEŞ’in yıkıcılığı karşısında derman aramaya koyulmak...
Çok gecikmiş bir tepki ve hiç samimi değil.
Fransa Türkiye’den sonra Avrupa ülkeleri arasında Suriye muhalefetinin tezlerine en yakın duran ve Esed’le bir çözüm olamayacağını söyleyen tek ülke oldu. Paris katliamı bize sadece DAEŞ’in ne kadar acımasız olduğunu göstermedi, DAEŞ’in Esed’le bir sorunu olmadığını da bir kez daha teyit etti. DAEŞ’in Esed’le bir sorunu olsaydı Çeçen kartını kullanarak Rusya’nın canını yakabilir, coğrafi yakınlık dolayısıyla da İran’ın ayağına basabilirdi. DAEŞ Suriye muhalefeti ve Suriye’nin kuzeyindeki Kürt ve Türkmen bölgeler üzerinden Türkiye’yi istikrarsızlaştırma amacına hizmet ediyor. Bu da Esed, DAEŞ ve PYD’nin kendi egemenlik
alanlarını kurdukları parçalanmış yeni bir Suriye haritası tezinde ortaklaştıklarını gösteriyor.
Suriye halkını geri dönmeye ikna edecek bir geçiş formülü bulamadıktan, Suriye muhalefetini sürece dahil edemedikten sonra ne Suriye’de çözümden bahsetmek ne de DAEŞ bataklığını kurutmak mümkün olabilecektir.