Ukrayna-Rusya savaşının birinci yılındayız. Savaşı durdurmak için Türkiye dışında ciddi bir çaba gösteren ülke çıkmadı. Evet, belki bu arabuluculuk netice vermedi ancak her iki taraf için de diyalog kapısı açık tek ülke Türkiye oldu.
Savaşın en acımasız günlerinde Erdoğan'ın gayretiyle sivillerin tahliyesi için insani koridor açılabildi. Karşılıklı esir takası gerçekleştirildi ve hububat yüklü gemiler güvenli bir şekilde dışarı çıkarıldı.
Dışişleri Bakanları düzeyinde gerçekleşen toplantılarda Ukrayna, Türkiye'nin garantör ülke olmasını dile getirmişti. Nükleer silah kullanımına dair söylemlerin arttığı bir dönemde ise CIA-SVR tepe yöneticileri Ankara'da MİT'in ev sahipliğinde savaşın gidişatına dönük bir toplantı yaptılar.
Savaşın birinci yılında Transdinyester, Belarus ve Romanya sınırı haber akışlarına girmeye başladı. Savaşın yayılması an meselesi.
ABD, Münih Güvenlik Konferansı'nda Avrupa kıtasındaki etkisini daha da belirgin hale getirdi.
Almanya'daki koalisyon, savaşın gidişatına itiraz edecek bir güce sahip değil. Şansölye Scholz Ukrayna'ya her türlü desteği vereceklerini ve savunma harcamalarını %2'ye çıkaracaklarını vaat etti.
ABD ve İngiltere'nin şimdiden istediklerini elde ettiklerini düşünebiliriz. Almanya-Rusya ilişkileri tamir edilemeyecek kadar yıprandı. Almanya'yı besleyen ucuz gaz artık yok oldu. Rusya ise yeni müşteriler bulma yolunu tercih etti. Putin'in Batı'yı hedef alan ve bir uygarlık savaşı olarak anlayacağımız konuşması ise bizde yeterince tartışılmadı.
İngiltere, Brexit'le AB'den kopmuştu ancak yakında başka bir formülle kıtaya dahil olmanın (ticaret protokolünü revize etmenin) yolunu arıyor.
Doğu Avrupa ve Baltık'ın öne çıktığı bir döneme tanık oluyoruz. Polonya, Romanya, Bulgaristan NATO'nun dinamik alanları olarak Rusya'ya karşı güvenli hattı oluşturacak.
Ankara'yı ikna edemedikleri için alternatif güzergahlar biraz maliyetli oldu elbette. Boğazlar'dan geçiremedikleri gemilerin yerine karadan ve havadan malzeme taşımak zorunda kaldılar.
Türkiye deprem telaşını atlattıktan sonra seçim gündemine girecek. Erdoğan'ı hiç sevmeyenlerin bile Ukrayna-Rusya savaşındaki tavrı sebebiyle onu takdir ettiklerini görüyoruz.
Böylesine bir dönemde ülkemizi savaştan uzak tutan Erdoğan hakkında geleceğin tarihçileri eminim çok daha vicdanlı davranacaklardır. Montrö'yü harfiyyen uygulamak, Türk Boğazlarını savaş gemilerinden korumak siyasi bir irade ve cesaret ister.
Kimse kızmasın! Boğazlardan savaş gemileri geçseydi eğer bugün sosyal medyadan hücum ettirmezler, stadyumlarda "İstifa" sloganları attırmazlardı. Organize işlere dikkat edin, esas meseleyi o zaman göreceksiniz.
Deprem ve Diplomasi
Depremin çok geniş bir alanda büyük bir felakete sebep olması Türkiye'nin uluslararası çağrısıyla dünya kamuoyunda karşılık buldu.
74 ülkeden 7000 civarında arama-kurtarma görevlisi deprem bölgesine geldi. Bu ülkelerin çeşitliliği çok önemli. ABD-Rusya-İsrail-İran-Çin-Japonya-Venezuela-Meksika-Suudi Arabistan-Yunanistan-Azerbaycan-Ermenistan-Hindistan-Pakistan gibi çok farklı ülkelerin verdiği katkı şüphesiz diplomatik anlamlar da içeriyor.
Aynı coğrafyada deprem, yangın, kuraklık gibi durumlarda ülkelerin birbirlerine ihtiyacı bulunmakta. Depremin Suriye'deki yıkıcı etkisi de hiç az değil. Ankara-Şam arasındaki sürecin hızlanmasını ve terörden arındırılmış alanlarda işbirliğini ümit ediyoruz.
Uluslararası siyasette afetler ülkelerin ilişkilerini pozitif bir zemine çekebiliyor. Erivan'la ilişkilerin geliştirilmesi ve Atina'yla yaşadığımız sorunların çözümü için fırsatlar yaratabilir.
1999 yılında her iki ülkede art arda yaşanan depremler Ankara-Atina ilişkilerini yumuşatmıştı.
Komşu komşunun külüne muhtaç sözü boşuna değil. Bölge ülkelerinin birbirine ihtiyacı var. Hemen her konuda bölgesel işbirlikleri ve kriz masaları oluşturmak zorundayız.