İstanbul seçimi bitti ve asli görevimize dönme zamanı ile karşı karşıyayız. Asli görevimize bakarsak, açık ve net! Yarın Cumhurbaşkanının G-20 zirvesine katılımı ve en önemlisi özellikle Doğu Akdeniz’deki paylaşımda, yerimiz ve rolümüz üzerinden netleşen bir döneme girmekteyiz. Israrla İstanbul seçimleri üzerinden, Türkiye’nin geneline yaygınlaştırılmak istenen bir istikrarsızlık girdabına sürükleme çabaları olacaktır. Zaten işin mahiyetine baktığımızda, muradın bu olduğu başından itibaren anlaşılmaktadır.
Esas meselemizin; bu dayatmaya, iyi bir akıl üretilerek cevap verme kabiliyetimizi devreye sokmaktır. Önümüzde yeni ve çok ciddi süreç vardır. Ve bu süreci doğru yönetemezsek, coğrafyanın genelinde mevcut dayatmalara ülkemizin içerisinde şahitlik etme ihtimali yüksektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın; devlete, siyasete ve başkanı olduğu partiye yönelik adımları olağanüstü ehemmiyet taşımaktadır. “Erdoğan” öyle bir fırsat ki; içinde bulunduğumuz 100 yılın özetini yansıtan içerik ve duruş sergilemekte. Halkın iradesinden başka irade tanımayan, devlet menfaatleri istikametinde fikir üretebilen, neredeyse tek lider. Bu durumda onun elini güçlendirecek tutum sergilemek, Türkiye siyasetinin esas gayesini oluşturmalıdır. İstanbul seçimleri sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın süreci yeni kodlarla yönetebilme kabiliyetine, giderek daha fazla ihtiyaç duyulduğu dönemdeyiz.
S-400’den tutun, Akdeniz’deki konumumuza kadar, her aşamada karşımıza dikilen büyük ittifakların olduğu açıktır. Eğer asli işimiz olan bu konulara ve ekonomik planların gerçekleştirilmesine odaklanamazsak, ülkece ciddi sorunların kapıya dayanmasını göze almak zorundayız.
Siyaset üstü duruş sergileme ve ideolojik veya küskünlükler üzerinden bakış açısının, sadece küçük hesap yapanların işi olduğunu, tarih bize göstermiştir! Dünyadaki yeni gelişmeleri ve özellikle coğrafyamızın içinde bulunduğu gerçekleri hesaba katmadan, Türkiye içindeki siyaset okumaları ile gelecek inşa etmek mümkün değildir. Coğrafya ve şartlar, bizi nerelere sürükleyebildiğini ve tüm hesapların da bu olduğunu görmemiz şarttır!
Türkiye demokratik bir seçim süreci yaşadı ve halkın iradesi ile İmamoğlu kazandı. Hem Cumhur İttifakı adayı Binali Yıldırım’ın, hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrı ve tebrik mesajları, takdire şayan tutumdur. Normalde yapılması gereken devlet ve siyaset adabı neyi gerektirdiyse, onlar yapıldı esasında. İşte tam bu noktada çevrede ve dünyada olanlara bakarak yön belirleme dönemindeyiz!
Türkiye’nin içinde bulunduğu Akdeniz ve oradaki rezervler, Avrupa’nın yakın geleceğini etkileyecek içeriktedir. Bazı analiz raporlarına göre, Avrupa’nın 50 senelik ihtiyacı buradaki rezervlerde saklı. Fransa’nın tam yetişmemiş başkanının, ikide bir Türkiye’ye yüksek sesle konuşma gayretinin altındaki ağrı budur. Ve böyle bir ortamda sana dayatma yapılmasına rağmen, bir araştırma ve iki sondaj geminle oradasın. Tehdit ediliyorsun yüksek perdeden, lakin buna rağmen direniyorsun. Böyle bir ortamda, hem Türkiye Devleti’nin içindeki kodlar, hem de Türkiye siyasetinin üreteceği akıl oldukça önem arz ediyor. Ve meseleyi “Erdoğan düşmanlığı” üzerinden zorla dayatmanın tek nedeni vardır! Bu menfaatlerden vazgeçirmek, içeride istikrarsızlık oluşturmak ve devleti, çevredeki devletlerin bulunduğu noktaya iteklemek! İşte Türkiye Devleti’nin esas gayesi burada devreye girmeli, Türk siyasetinin derin kabiliyeti, bu noktada fikir üretmeli. Tek sesli milli kodlarla gelecek inşa edilmelidir. Erdoğan bu inşa sürecinin en önemli aktörü ve bu süreci omuzlarında taşıyabilecek ciddi bir devlet adamı.
İçinde bulunduğumuz süreci bu perspektiften yorumlamak, sadece siyasetin değil, hem de Türkiye bürokrasisinin de ulvi görevi olmalıdır. Devletin içindeki farklı renklerin, bu durumlarda tek sese dönüşmesi, en az siyasetin ortak akıl üretmesi kadar hayatidir.