Beşar Esad, her hafta bir uluslararası planı kabul ediyor. En son da Annan planını kabul etti. Ancak her planla birlikte, katliamlarını da giderek arttırdı. Bir bakıma, barış için önerilen planlarla kazandığı süreyi, yeni cinayetleri için planlamaya dönüştürdü.
Böylesine şeytani bir planı, ancak geçmişi cinayetlerle tescillenmiş bir Baas rejimi yapabilir.
Esad’ın, altı maddelik Annan Planı’nı kabul etmesi, genel olarak uluslararası camia tarafından ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılanmıştı. Ancak, Suriye liderinin manevralarını yakinen tanıyan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın planla ilgili ilk açıklaması “Esad’a güvenmiyoruz” şeklinde olmuştu.
Nitekim Esad, planın açıklandığı ilk günden bu yana akan kanın durması yönünde bir adım atmadığı gibi, kendi halkını bombalamaya, kadınları, çocukları katletmeye hız kesmeden devam etti.
Sonradan 10 Nisan tarihi telaffuz edilerek bir takvime bağlansa da, işin başında takvimsiz ve yaptırımsız başlayan Annan Planı, Suriye Dışişleri Bakanlığı’nın “askerler kentlerden çekilmeyecek” açıklamasıyla kadük olmuştur.
Maalesef karşımızda, hem yaşanan insani bir dram hem de ülkelerin diplomatik oyunları anlamında hepimizi utandıracak bir tablo var.
Öyle anlaşılıyor ki, Esad’ın insanlık sınırını zorlayan katliamları karşısında dünyanın kılını kıpırdatmak gibi bir niyeti yok.
Annan Planı’nın, Esad’a zaman kazandırmaktan öte bir anlam ifade etmeyeceği aslında işin başında belliydi. Çünkü Rusya, bu plan üzerinden hem Suriye’yi uyardığı mesajını dünyaya vermek hem de Baas rejimine nefes aldırmayı amaçlıyordu.
Yine İran da aynı şekilde, Suriye’deki jeopolitik katliam ortaklığını kamufle etmek için, Annan Planı’na destek vermişti. Çünkü, son dönemde özellikle İslam coğrafyasında, İran’ın Suriye’deki Baas rejiminin katliamlarına destek verdiği şeklindeki kanaat giderek yaygınlaşıyor.
Bu arada, Annan Planı gerek Avrupa Birliği ülkeleri, gerekse Amerika için, kısa süreliğine de olsa sorumluluktan kaçma ve nefes alma aracı oldu.
İşin doğrusu, Obama seçim yılını başını ağrıtacak diplomatik anlamdaki kriz merkezlerinden uzak durarak geçirmek istiyor. Bu yüzden de, Suriye’deki insanlık dramına kulaklarını tıkamış durumda.
Ayrıca Suriye’de, de facto durumun devam etmesi, İsrail’in tam da arzuladığı denklemin devam etmesi anlamına gelmektedir.
Aynı şekilde, bu yıl Fransa’da da cumhurbaşkanlığı seçimi var. Yani, Sarkozy için de Suriye’deki insanlık dramı bir anlam ifade etmiyor. Ayrıca Sarkozy, seçim kazanmak için, insan hakları ve demokratik değerlerle çatışan ırkçı söylemler dahil, her türlü ayrımcı yöntemleri kullanmakta kararlı. Özellikle de Müslümanlara karşı, tam bir Hitler politikası uyguluyor.
Dolayısıyla, hiçbir oy getirme ihtimali olmayan Suriye’deki insanlık dramı, Sarkozy’nin ilgi alanı içinde bulunmamaktadır.
İşte karşımızdaki küresel manzara bu... Herkesin bir bahanesi var. Kısacası, insanlığın ölümü konusunda tam bir hafıza kaybı yaşıyoruz. Bütün küresel aktörlerin bir başka bahanesi var. Kimisinin ekonomik krizi, kimisinin İsrail bağımlılığı, kimisinin ise ölüm üzerinden jeopolitik kazanç elde etmek gibi bir derdi var.
İşte Esad, küresel meşguliyetlerin zirve yaptığı bir yılda, kendi halkını öldürerek Suriye’deki özgürlük baharını bitirme hesapları yapıyor.
Ancak, kan üzerinden yapılan bu hesapların da mutlaka bir sonucu olacaktır.