Sanıyorum Başbakan Erdoğan’ın Wall Street Journal’a (WSJ) yönelik sözlerinde ‘bunu Obama’ya karşı oldukları için, ABD’deki seçimler dolayısıyla da yapıyorlar’ cümlesi çok şeyi anlatıyor.
Irak işgalinden hemen sonra WSJ’nin başyazarı Max Boot şöyle yazıyordu: “ABD’nin bugün tıpkı Britanya’nın sömürgeci kuşakları gibi, birçok ülkede askeri operasyonlar yapması, bir rakip yaratmak ve bununla savaşmak için değildir. Zaten böyle bir rakip yok, ancak emperyal pozisyonumuzu korumak ve emperyal düzeni sürdürmek gereklidir.” Çok açık değil mi? Ancak bu açık isteğin dayandığı ekonomik ve siyasi temeller vardı.
İşte bu temeller, 2000’li yılların başından itibaren, -Irak işgaline rağmen- sallanmaya başlamıştı. Daha çok neoliberal argümanlara dayanan sistem, aslında ABD’deki krizden önce Avrupa’da tıkanmaya başlamıştı. ABD ve Britanya ekseninde bir AB bütünleşmesi, 21. yüzyılın hemen başında ortaya çıkartılan parasal birliğe rağmen sağlanamamıştı.
1990 yılında Almanya’nın Doğu Almanya’yı içine almasıyla geciktirilen Alman sanayisi kaynaklı kar oranlarının düşüşü, doksanların sonuna değin, Avrupa’da hızlanarak sürdü. Bunun için Almanya, Yugoslavya’daki iç savaşı bir Balkanlar savaşına dönüştürerek, Doğu Almanya operasyonundan sonra, ikinci büyük hamlesini yaptı. Ama Almanya’nın, Balkanları ‘Balkanlaştırması’ yalnız Kara Avrupa’sı kaynaklı bir iç savaş senaryosu değildi.
Mesela, Brzezinski, İkinci Şans kitabında içine Türkiye’yi de alan ve Çin’e kadar uzanan yeni bir ‘Asya-balkanlaşma’ haritası çiziyordu.
Bu harita, Ankara’dan başlıyor; sonra Arap yarımadasını, K. Afrika kıyalarını oradan da tüm Kafkasya’yı içine alarak, Rusya’nın sonsuz ama enerji yatağı bozkırlarından geçiyor ve Çin’in kaynayan bölgelerine uzanıyordu. Bütün bu bölge, bilindiği gibi, ilkönce Baba Bush’un sonra da George W. Bush’un yeni bir Amerikan hegemonyası kurmak için ‘savaş bölgesi’ ilan ettiği yeni balkanizasyon alanıydı.
Brzezinski, buralarda demokrasi olmaksızın -büyük ölçüde mevcut durumu koruyarak- bir yeni ‘siyasi istikrar’ statükosu öneriyordu. İşte bu, neoconların ve onların yerli temsilcisi ulusalcıların ikinci şansıydı. Ama bu ‘ikinci şans’ aynı zamanda soğuk savaş sonrası bütünleşme ve ayrılma ikilemine kayan Avrupa için de, Almanya ve Fransa önderliğinde bir merkez Avrupa şansıydı. Peki, bu stratejinin Ortadoğu ve Asya ayağı nasıl şekillenecekti?
Afganistan’da kontrollü bir Taliban, Türkiye’de bir türlü ‘çözülmeyen’ ama sürgit bir savaşa dönüşmeyecek, dolayısıyla baskıcı bir rejimi destekleyecek bir Kürt sorunu. Ortadoğu’da Havuç ve sopa politikaları ikileminde denetim altında bir İslâmi hareket çemberi.
Burada Türkiye’de Ak-Parti’nin 2001 krizinden hemen sonra başlayan iktidarı bu çevre tarafından dikkatle izleniyor ve kuşatılmış, asker ve yargı denetimi altında bir Ak-Parti’ye bu çevreler tahammül etmeye çalışıyorlardı. Kapatma davasından, çeşitli darbe teşebbüslerine kadar yapılanlar- bir yerde göstere göstere- aslında bir nevi ‘demoklesin kılıcı’ politikasıydı.
Yalnız İsrail sermayesi mi?
Ancakkk, ilk önce 2008’de gelen krizin çok derin ve dönüştürücü bir alt-üst olacağını hesap edemediler. Buna bağlı olarak Obama iktidarı, ABD’de bir demokrat iktidarın yapacağından çok daha fazla ‘şeyleri’ yapma iddiasıyla ortaya çıktı. Krizle birlikte, askeri-sınaî yapılar, bunlara dayanan temel sanayiler ve kalpazan finans sistemi geri dönüşsüz olarak aşağıya düşmeye başladı. Yeni teknoloji sektörleri öne çıktı.
Ama en önemlisi Arap Baharı başladı ve Türkiye’deki dönüşüm denetimlerinden çıktı. Mısır ve Türkiye’nin çözülmesi, bütün bölge için batı demokrasisini de aşacak yeni bir bütünleşmeyi ve demokrasiyi gündeme getiriyordu. AB’nin de Türkiye ile bütünleşmekten başka çaresi kalmamıştı.
Şimdi bu yapının elinde iki önemli koz kaldı. Birincisi yalnız silah ve petrole dayanan Rus oligarkları ve aynı şekilde petrolden kazandıklarını silah sanayine yatıran İran rejimi ve bunlara bağlı olarak, Mısır düştükten sonra, tek kaleleri Suriye Baas rejimi. Tabii burayı destekleyen, Alman finans-kapitali ile buluşmuş İsrail denetimindeki sermaye.
Bakın şimdi Obama yönetimi bunların İsviçre bankalarındaki hesaplarına ulaştı. FBI, milyar dolarlık bu hesapları çözdükçe Obama yönetimin aslında ‘başka bir şey’ olduğunu anlamaya başladılar. WSJ’nin arkasındaki yapıya yalnız İsrail sermayesi deyip geçiştiremeyiz.
Esad, ben Kaddafi değilim diyor, doğru Kaddafi değil, Esad’ın kolları, İsrail’e oradan ABD’deki ve Türkiye’deki ‘Cumhuriyetçilere’ oradan İsviçre’deki kara hesaplara kadar uzanıyor.