Hafta içinde Baas rejiminin kalbinde gerçekleşen patlama, ardından sınır kapılarının çoğunda kontrolün rejim muhaliflerinin eline geçmesi, askeri direnişin Şam’ın merkezine sıçraması Esad sonrasının planlanmasını gerekli kılıyor. Libya tarzı bir dış müdahale olsa da olmasa da belli ki Suriye’deki rejimin haftaları, hatta günleri sayılı.
Amerika oldum olası Mısır tarzı bir saray darbesini arzuladı ve yumuşak geçişten yana oldu. Esad’ın bekasına gereğinden fazla umut bağlayan Rusya hala tereddütlü ama bir müttefik arayışı içinde. Elinden gelse ilk saray darbesini o yapacak. İsrail de saray darbesi yöntemini tercih edebilir. Çünkü kimyasal silahların birilerinin eline geçmesinden, kendisine karşı kullanılmasından endişe etmekte.
***
Türkiye’nin umudu ise göründüğü kadarıyla Esad rejiminin düşmesinden sonra ülkesinde örgütlenen muhalif güçlerin ülkede yönetimi ele geçirmesi yönünde. Ankara’nın, Suriye’nin toprak bütünlüğü, siyasi istikrarı ötesinde bir beklentisi bulunmamakta. Stratejik çıkarını 911 kilometrelik sınır paylaştığı bir ülkenin istikrarı, ahlaki sorumluluğunu Suriye halkına yardım olarak tanımlıyor.
Şam’da Türkiye’ye yakın bir rejimin iktidara gelmesinin Türkiye’nin bölgesinde ağırlığını arttıracağına şüphe yok. Ancak görünen o ki Ankara’nın çok özel bir tercihi de yok. Esad sonrasında toplum mühendisliğine soyunup şu ya da bu grup iktidara gelsin diye uğraşmayacak. Zaten bu yüzden Suriye siyasetini müttefikleri ile işbirliği içinde şekillendiriyor, bütün önemli aktörlerin çıkarlarını dikkate alan bir politika izliyor.
Suriye’nin Dostları Grubu’na verdiği önem, Başbakan Erdoğan’ın Moskova ziyaretinin zamanlaması ve içeriği böylesi bir bakış açısını yansıtıyor. Umarız bu anlayış bundan sonra da sürer ve Türkiye Suriye’nin yeniden yapılanmasına gündelik siyaset anlamında katılmaz. Ankara’dakiler Kıbrıs politikasının geldiği noktadan ve Kıbrıslı Türklerle yaşadığımız sorunlardan ders çıkartır.
Esad sonrası Suriye için Türkiye’nin yapması gereken yeni rejimin temel parametreleri üstünde çalışmak, anayasa yazımı gibi faaliyetleri başkalarına bırakmadan kendi emsalinden bu ülkenin de yararlanmasını sağlamaktır. Türkiye bölgesinde yeni bir düzen kuracaksa bunu hukukçularıyla, sivil toplum örgütleriyle, üniversiteleriyle yapmalı, gündelik siyasetten mümkün olduğunca uzak durmalıdır.
Ankara ve İstanbul’daki düşünce kuruluşları bir an önce geleceğin Suriyesi üstünde çalışmaya başlamalı, Suriyelileri de tartışmalarına angaje etmelidir. YÖK, üniversitelerin Türkiye’deki Suriyelilere kapılarını açabilmeleri, onların yarım kalan eğitimlerini tamamlayabilmeleri için yeni düzenlemeler gerçekleştirmelidir. Yaz okulu benzeri faaliyetlerle Türkiye, Suriye’nin geleceğini şekillendirecek gençlere ulaşmalıdır.
Türkiye’nin çıkarı Suriye’nin istikrarlı demokratik bir rejime kavuşması, toprak bütünlüğünü koruması, etnik veya dinsel temelde parçalanmamasıdır. Bu da ancak ve ancak demokrasinin ne olduğunun anlaşılması, temel hak ve özgürlere sahip çıkılması, azınlık haklarının korunacağı ve Suriye’nin dünyaya entegre olacağı bir sistemin kurulması ile mümkün olur.
***
Esad düştükten sonra bunların tartışılması ve planlanması geç olabilir. Türkiye’nin ilgili resmi-sivil tüm kurumlarıyla ve Suriyelilerin katılımıyla Suriye’nin geleceğini planlamaya başlamasının, onlara yön göstermeye çalışmasının zamanı gelmiştir. Bunları yaparken de dışlayıcı değil kapsayıcı olmalı, Suriye’nin geleceği üstünde söz sahibi olabilecek tüm aktörleri mümkün olduğunca yeniden inşa sürecine dahil etmeye özen göstermelidir.
Ayrıca ülkede yaşanan savaş giderek daha kirli boyutlara ulaşmakta, çatışma sonrasında bir arada yaşamayı zorlaştırmaktadır. Türkiye insancıl hukuk kuralları konusunda da hassasiyetini ortaya koymalı, sadece Esad rejiminden değil, destek verdiği direniş hareketinden de Cenevre Sözleşmelerine uyum talep etmelidir.