İlginç bir karakter... Bir yanı sevimli... Diğer yanı acımasız... Bir yönüyle felsefi/dini labirentlerin bilinmez çıkmazlarına giriyor, fena da değil, ortaya okunabilir, en azından sohbetlerde referans olarak kullanılabilir metinler de çıkıyor...
Diğer yönüyle, önündeki metni algılamaktan aciz bir şapşal görüntüsü sergiliyor...
Antenlerini yaşamın gerçek yönlerine çevirdiğinde karşımıza kendiyle bir türlü barışamamış bir ruh halinin travmalarını izliyoruz... Belli ki, korkuyor, hemen gerçeklerden kaçıp, kendisi için kurduğu küçük yaşamın “mahallesine” dönüyor...
Bizim hayatımız da, Ertuğrul Özkök’ün yanlışlarını düzeltmekle geçiyor...
Sözünü ettiği o ırmağın kıyısında oturup, düşmanlarının cesetlerini seyre dalsa hepimiz rahatlayacağız, ama belli ki, akıp giden o suyun üzerinde bir gün kendi cesediyle karşılaşmaktan çekiniyor...
Yok... Ona, bir ırmağın kıyısında bekleyeceği yeni bir düşman cesedi şansı daha yaratmayacağım...
Sadece anlayabileceği basitlikte meseleyi anlatacağım...
Biat kültürü mü? O ne?
“13 üstü çıplak yazar” başlıklı yazısında “Ya biat denen şahsiyetsizleşmenin en zavallı hali/ Ya da bir menfaat çeteleşmesinin saadet zinciri” satırları önemli. Bir “yaşam anlayışını” sergiliyor.
Hadi anlatalım... Buradan yavaş anlatacak halim yok, yavaş okursa anlayabilir, umarım...
Geçen hafta salı akşamı 24TV’deki Moderatör Gece’yi sonlandırıp masama geldiğimde Elif Çakır’ın beni aradığını gördüm. O saatte normal bir durum değil, telaşla geri döndüm.
“Abi, sen gece yayın telaşından tartışma programlarında yaşanılan rezilliği görmüyorsundur, Enver Aysever, Koray Çalışkan gibi bir takım insanlar Kabataş olayını yeniden köpürtmeye çalışıyor, beni,Nihal Bengisu ve Halime Kökce’yi hedef gösteriyorlar...”
“Söylediğin ikinci şahsı pek tanımıyorum ama Enver dediğin kendine has bir ses tonu olan çocuk mu?”
“Evet, bunlar yargılanacaksınız kampanyası başlatıp seçim döneminde gerginlik yaratmaya çalışıyorlar. Biz de ortak bir başlık altında bizimle ilgili düşüncelerinizi yazmanızı rica ediyoruz...”
“Elif, Irak-Suriye coğrafyasında Amerikan-İran ittifakına ilişkin bir yazıya çok emek verdim. O tartışma programlarında neler olduğunu internette bulup izler, uygun görürsem yazımı değiştiririm...”
Buldum, izledim, utandım, yazımı değiştirdim...
Ertuğrul üstadım, senin “biat” ve “saadet zinciri” dediğin bundan ibaret...
Ama yazı ve buna benzer yazılar bir gerçeği göstermesi bakımından anlamlı: Demek “bizim mahalle” denilen yerde gazetecilik emir-komuta zincirinde, maaş bordrosunu biraz daha yükseltmenin yalaka telaşında yapılıyor!.. Başkasını nasıl bilirsin? Kendin gibi...
Mesela, ben, bugüne kadar hiçbir meslektaşıma bir tek yazı ve yayınımda bu kelimelerle saldırmadım, niye, çünkü meslektaşlarımın bu tür bir kepazelik içinde olabileceğini düşünemem, onlara bu tür tanımlamaları konduramam...
Özkök’ün “nebbaş” (mezar soyguncusu) ruh hali var, köşesinden bir zamanlar atmış olduğu manşetlerde olduğu gibi yeni “cesetler” yaratmaya çalışıyor... Haline -gerçek anlamıyla- üzülüyorum... Yakın çevresinden, ailesinden birilerinin sahip çıkması gereken safhaya doğru ilerlediğini görmekten kaygılıyım...
Mesleğimin kalemini ben kırarım
Türk siyaset yaşamına “Kabataş vakası” olarak geçen gelişme hakkında bu üçüncü yazım, hepsini arka arkaya yazmak zorunda kaldım. Olayın en sıcak tartışma anlarında hiç yazmadım. Berbat bir şiddetin hedefi olan üç kadın meslektaşıma yapılanlara karşı çıktığım yazıda ise olayın doğru veya yalan olduğuyla ilgili tek cümle bulamazsınız...
Ertuğrul Özkök nereden bulmuş da “Yukarıdan emirli tek tip iftira defansına imza atacaklar hepsi hepsi 13 kişiymiş” cümlesine sırtını dayamış...
Arkadaş, sen o yazımda bir tek iftira kelimesi, bir tek saldırgan cümle bul, ben mesleğimin kalemini kırarım, merak etme...
Herkes, mezar başlarında gözyaşlarıyla nedamet getirip, renkli hayatına “nerede kalmıştık” diye devam edenlerin tıynetinde değil, “kul hakkından” korkarak yapıyoruz bu mesleği...
Bir de şu cümle var ki, tam evlere şenlik: Bayanlar ve baylar, tarihimizin en büyük iftirası olan ve ileride mutlaka ama mutlaka yargılanacak olan “Kabataş iftirası”nın polis raporu ortaya çıktı.
Gazeteciler yaptıkları bir söyleşiden dolayı yargılanmalı mı? Yine söylüyorum: Hayır!..
Ama yargılanacaklarsa bir manşetten başlamanın hayırlı olacağını düşünüyorum: VAY ŞEREFSİZ!..
Ahmet Kaya gibi bir sanatçının sürgünde ölümüne, memleketin Türk-Kürt çatışmasının derinleşmesine ve binlerce gencin cenazesine yol açmıştı...
Bugün zor toparlıyoruz...
Boşuna demedim, hayatımız senin yanlışlarını düzeltmekle geçiyor diye, anla artık...