Köşemde göreceğiniz fotoğrafta Mesut Barzani, üç evladını IŞİD’e karşı mücadelede kaybeden bir annenin elini öpüyor. Erbil’in (Hewlêr) Soran ilçesinden olan üç genç, Zumar ilçesinin kurtarılması sırasında şehit düştüler. Peşmergelerin kazandığı başarılardan sonra gerçekleşen bu ziyaret sırasında Barzani, acılı anneye şunu söyledi:
- Zafer kazanılmadan gelemezdim!
Evlatlarını ‘zafer’ sırasında kaybeden anne de şunları söylemiş:
- “Evlatlarım Kürt milleti ve Kürdistan için şehit düştü. Kürdistan’ın ve senin selametin her şeydir. Kürdistan’ın bütün peşmergeleri benim evladımdır.”
***
Dünya milletlerini, son iki yüzyıldır, ‘ulusal plebisitlerini’ yani bir millet olarak hayatlarını, toplumsal düzenlerini, şehitlik, fedakarlık ve düşmana karşı kazanılan zaferlerle her gün yeniden kuran, inşa eden milletler ve bu değerlerden hızla uzaklaşmış, başka değerlerle meşgul olan milletler olarak ikiye ayırmak çok yanlış olmayacaktır.
Kürtler birinci kategoriye girer. Şehitlik, zafer, mücadele, bağımsızlık gibi kavramlar Kürtler’in hem ulusal hem siyasi hayatında belirleyici bir role sahip.
Renan’ın, 19. Yüzyılda, ‘Ulus her gün yapılan bir plebisittir’ şeklinde ifade ettiği görüş, aradan iki yüzyıl geçmiş olmasına rağmen bugünün dünyasında çok belirgin olarak ve belki de en çok, Kürtler için geçerlidir.
Dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun, bir Kürt, ‘ulusun bir parçası’ gibi hissetmek, bu anlamda her gün yaşanan plebisitin pasif bir seyircisi değil, aktif bir aktörü ve inşa edicisi unsuru veya inşaya katkı sunan bir bireyi olmak ister.
Sessiz çoğunluğun bir parçası, bir unsuru olarak yaşan her Kürt’ün moral değerlerinde ve tahayyüllerinde, belleğinin ta derinliklerinde, sonuçlarını, sebeplerini, ister onaylasın ister onaylamasın,
- Son otuz yılın silahlı mücadelesi ve bugün yarattığı sonuçlar,
- Hewler’de bir federal statünün elde edilmiş olması,
- İran’da cezaevlerinde idamı bekleyen yüzlerce Kürt siyasetçi aydın ve insan hakları aktivistinin darağaçlarında sona erme ihtimali çok güçlü hayatları,
- Çözüm süreci, Kandil ve Abdullah Öcalan’ın geleceği,
- Kobanê direnişi, Rojava’nın geleceği, Şengal’in işgal edilmesi ve bu yüzyılda Kürt kadınlarının köle gibi alınıp satılması,
-Kürdistan’ın sahip olduğu enerji kaynaklarının hak ettiği değeri bulması gibi konular, önemli bir yer tutar.
***
Renan’ın sözünü ettiği ulusal plebisiti Kürtler her gün kendi içlerinde ve vicdanlarında bu çerçevede yaşar ve yaşatırlar.
Kişisel kanaatim bana şunu gösteriyor ki, Kütler bu ulusal plebisiti yaşamaya ve her gün tecrübe etmeye devam ettikleri sürece, Türkiye’de ve Ortadoğu’da Kürt ulus sorununun çözümünde en ideal gibi görünen çözümler, hep eksik hep yarım kalacak ve Kürt milliyetçiliği kendi düşmanlarının çeşitli provokasyonlarına açık bir halde varlığını sürdürmeye devam edecektir.
Burada ve arka bahçemizde, çözüme giden yol, Kütlerin ulusal psikolojisini, bu psikolojinin iki yüz yıl boyunca biriktirdiği mağduriyetleri ve yenilgileri, uğranılan ihanetleri; bütün verileri ve sonuçlarıyla iyi okumak ve iyi hesap etmekten geçiyor.
Kürt siyasetinin çeşitli aktörleri zaman zaman soğuk savaş döneminden kalmakla itham edilir ve eleştirilir.
Bu eleştirinin haklı yanları olmakla beraber, sorun bu siyasi aktörlerin değişime direnmeleri ve soğuk savaş döneminin politikalarına saplanıp kalmalarından ziyade, asıl sorun, bu politikaları mümkün kılan Kürt ulus sorunu dediğimiz sorunun bugünkü halini, iki yüzyıl öncesinde ulus-devletler çağında tutan koşullardadır.
Eğer bir toplum, bir millet iki yüzyıl boyunca her tarihi çıkış ve gelişme aşamalarında, dünyanın yeniden kurulduğunun ilan edildiği bütün dönemlerde, yenilgiye uğradığını ve mağdur edildiğini düşünüyorsa, bu düşünce ve bu psikolojiye iyi gelecek politikaları uygulayan partiler, şiddet temlinde siyaset yapsalar dahi, halkın desteğini almaya devam edeceklerdir.
1984’te Eruh ve Şemdinli basılarak başlayan Türkiye tecrübesi bu gerçeği dün ve bugün yaşadığımız bütün pratikleri itibariyle doğrulayan bir tecrübe olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
***
Filistin’i hatırlayarak şu tespiti yapmak yanlış olmaz sanırım:
Dünyanın bildiğim kadarıyla, 19. Yüzyıldan 21. Yüzyıla taşınan ve hala çözüm bekleyen başka bir ‘ulusal sorunu’ bulunmuyor. Bu iki yüzyıl içinde, Ortadoğu’da çoğu başarısız ve kanlı birer tecrübeye dönüşen (Irak ve Suriye) çok sayıda devlet kuruldu. İki dünya savaşı yaşandı, sınırlar iki kez değişti. 1917 Ekim Devrimi oldu. Sovyetler Birliği dağıldı. Soğuk savaş başladı ve bitti. AB birliği kuruldu. Dünya soğuk savaş yıllarında bir nükleer felaketin eşiğinden döndü. Berlin duvarı çöktü. Dünyada büyük bir değişim yaşandı. Yüze yakın rejimin niteliği değişti. Ama Kürtler bütün bu süreçlerden yenilgi psikolojiyle çıktılar. Dünyayı değiştiren gelişmelere millet olarak çok sevinemediler. Bunun yegane sebebi, dünyada bu kadar büyük değişimler yaşanırken, paylarına bir şeyin düşmediğini görmek ve hayal kırıklığı yaşama duygusuydu.
İki yüzyıl içinde, iki kez, Kürtler’in yaşadığı coğrafya dört devlet arasında bölündü ve Kürt nüfusu bu bölünmeye bağlı olarak, içinde kaldığı devletlerin siyasi ve ekonomik süreçlerinin etkisinde kaldı. İnkar edildi, yok sayıldı.
Özgür iradeleriyle değil, başka devletlerin ve küresel aktörlerin savaş ve barış dönemlerinde kendi aralarında yaptıkları anlaşmaların sonucu olarak Kürtler’in siyasi, sosyolojik bölünmeleri ve çeşitli Kürt partilerinin kendi içlerindeki anlaşmazlıkları ve iktidar kavgaları, Renan’ın ‘ulusal plebisit’ dediği şeyin Kürt Partileri bakımından farklı düzey ve anlayışta yaşanmasına yol açıyor.
Ulusal plebisitin bir yanında Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve bu yönetimin en güçlü partisi KDP var.
Amacı ve ulusal perspektifi, Hewlêr merkezli fiili devlet yapılanmasını korumaktan ibaret. Bir çeşit Arap Kemalizm’i demek olan, Baasçılık’tan ideolojik manada hiç etkilenmedi ve saf bir milliyetçiliği temsil ediyor.
Kürt ‘Ulusal plebisitinin’ bir diğer yanında kuşkusuz PKK var. KDP’nin tersine, ideolojisi hem Baasçılıktan, hem Türkiye siyasetinin beslendiği ana akım ideoloji olan İttihatçılıktan çok etkilendi. Kürdistan’ın her parçası için önerdiği model arasında zerre kadar fark yok. Suriye, Irak ve İran’da ne olacaksa, Türkiye’de de bu olsun istiyor. Tek parti, tek lider, tek siyasi program. Ulus yukardan aşağıya kurulacak. Ama bu anlayış Kürt sosyolojisi ve halkın talepleriyle, Türkiye’nin demokratik süreciyle derin bir çatışma yaşıyor.
Öte yandan, PKK’yi analiz eden kimi Türk aydınları, özellikle İslami kesimden gelenler, HÜDA-PAR ve PKK arasındaki çatışmalar üzerinden tehlikeli analizler yapmaktalar. Kırk yıldır ‘PKK’den kurtulmak’ için çareler arandı ama bu çarelerin hiçbiri çare olmadı. Kimi İslami aydınlar HÜDA-PAR ve ümmetçiliği bir çare olarak gündeme getirmeye başladılar ki, bu yazıları okuduğumda içimden ‘Allah Türkiye’yi bu çareden korusun’ demek geçiyor. Çünkü bu ‘çarenin’ yol açacağı yegane şey, Kürtler’in kendi aralarında adeta bir iç savaşa sürüklenmeleri ve herkesin, hatta olup bitenlere seyirci kalamayacak olan devletin, kendi şiddetine ve yeniden yenik düşmesidir.
Yarın konuya devam edeceğim.