Yüzyıllık Yalnızlık adını taşıyan romanında Marguez bizi belleğin izinden gitmeye çağırıyordu. Macondo köyünde olup bitenleri anlatarak yapıyordu bunu.
Başbakan Erdoğan’ın 1915’le ilgili mesajı, bizi yüzyıllık bir inkarı sona erdiren bir çağrıdır ve Türkiye’yi belleğin izinden gitmeye davet ediyor. .
Macondo köyünde, köylüler bir sabah, belleklerinin belirli özelliklerini kaybetmiş olarak uyanırlar.
Kendini bellek yitimi olarak gösteren salgın hastalık, kademeli olarak ilerlemeye başlar.
Macondo köyünün sakinleri, önce çocukluk yıllarına dair anılarını, sonra nesnelerin adlarını ve işlevlerini, daha sonra diğer insanların kimliklerini hatırlama yeteneğini dahi unuturlar..
Derken köyün sakinlerinden biri, her zaman kullandığı aleti tarif etmek için ‘örs’ kelimesini bulamayıp dehşete kapılan bir gümüşçü evindeki her şeyi etiketleme işine girişir..
Başbakan Erdoğan kendi Maconda köyümüzde yaşayıp ta zamanla unuttuğumuz acıları, Yüzyıllık Yalnızlığın roman kahramanı Jose Arkadio Buendia’a gibi etiketlemeye devam ediyor..
Kürt sorununu, Dersim’i büyük tartışmalara ve itirazlara rağmen etiketlemişti. Şimdi de Ermeni meselesini etiketliyor.
Dersim’den ve meclis çatısı altında özür dilenmesi bir ilkti.
Bunun gibi, Başbakan’ın Diyarbakır’da, Kürt sorununun varlığını kabul eden konuşması ve ortaya koyduğu çözüm iradesi de bir ilkti.
Türkiye son zamanlarda hak etmediği biçimde yanlış tanındı ve yanlış tanıtıldı.
Kimileri,işi Lahey Adalet Divanında yargılanması gereken bir Başbakan ve bir ülke algısına kadar vardırdılar. Batı’nın en ünlü kalemleri, hiçbir somut delil ortaya koyamadan, Esat’ın kullandığı kimyasal silahlardan ve katliamlardan bile Türkiye’yi sorumlu tuttular.
İşte tam da böyle bir dönemde, Başbakan 1915’in tarihsel koşullarına atıfta bulunarak, bu koşulların Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan halklara getirdiği acıları hatırlatıyor ve bu acıları yaşamış Ermeniler’in bugün yaşayan torunlarına taziye dileğinde bulunuyor..
Önyargılarla hareket edenler, daha işin başında, bu tarihi açıklamayı itibarsızlaştırmaya ve konjonktürel şartlarla, mecburiyetten yapılmış bir açıklama olduğunu göstermeye çalışıyorlar.
Oysa Batı’nın bir bütün olarak Ermeni sorununda, Türkiye’yi , böyle bir açıklama yapmaya zorlayacak bir tutum içinde olmadığı besbellidir. Ermeni sorunu ve Ermenilerin geçen yüzyılın başında yaşadığı acılar, Batı’yı düne göre, bugün daha fazla meşgul ediyor değildir. Ermeni diyasporası, ABD’den AB’ne varıncaya kadar, hiçbir zaman dünyadaki Yahudi diyasporasının siyasi ve entelektüel gücüne ulaşamadı. Amerikan Başkanlarının, büyük felaketin yıldönümünde ‘soykırım’ demeleri yıllarca beklenir durur. Ama bu beklenti hiçbir zaman gerçekleşmez. Bu kelimeye yüklenen tılsımlı anlamın çözümü kolaylaştıracağı düşünülür. Oysa çözüm büyük felaketleri yaşamış halkların birbirleriyle diyaloglarında ve hakikati yeniden tanımlama yeteneklerindedir. Halkları adeta tutsak etmiş, ‘Yüzyıllık Yalnızlıklar’ ve düşmanlıklar ancak böyle sona erebilir. Başka bir mucize ve başka bir irade aramak boşunadır.
Kürt sorunu dediğimiz sorunu yaratan Kemalistlerdi.
Ermeni sorununu, İttihatçılara borçluyuz.
Türkiye muhafazakar-demokrat bir iktidarın doğru tercihleri ve bu tercihlerin arkasında duran muhafazakar değerlere bağlı bir toplumun siyasi desteğiyle hem Kürt sorununda hem Ermeni sorununda makbul bir yerde durmayı başardı.
Ama seküler-laik kesim; siyasi partileri, aydınları, sanatçıları ve sivil toplumuyla; bazılarının düşündüğü gibi bu değişim ve yüzleşme politikalarını kolaylaştıran bir yerde değil, zorlaştıran bir yerde duruyor. Bütün meselesi Erdoğan olan bir camianın, hata üstüne hata yapmaktan kurtulması mümkün değildir.
Gerçek şu ki, Başbakan, tarihi siyasi kullanım alanına sokmuyor. Tam tersine Ermeni sorununda geleneksel inkar politikalarına nokta koyarak, toplumun bu konularda benimsediği önyargıları alt üst ediyor ve Ermeni sorununda bundan sonra yaşanacak tartışmaları özgürleştiriyor.
Cumhurbaşkanlığı adaylığı için ismi en çok geçen bir liderin, üstelik aday olduğu takdirde, 1915’le ilgili olarak hassasiyetlerini koruyan milliyetçilerden de oy beklemesi doğal olan bir liderin, seçime dört ay kala attığı bu tarihi adım sanırım ancak siyasi cesaret ve basiretle, hakikate bağlılık ve vicdani berraklıkla açıklanabilir.