Seçimlerin erkene alınması, en fazla dış politika açısından gerekli bir durum olarak görülmeli. Seçimler erkene alınmasaydı, yaklaşık bir yıl daha dış politikada atılacak her adımda iç kamuoyu ve oy kaygısı ön planda tutulacaktı. Bu durum son derece hızlı değişen küresel ve bölgesel koşullara göre Türkiye’nin yeni hareket alanları oluşturmasında direnç yaratacaktı.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, uzun seçim atmosferleri öncelikle ekonomik açıdan sorunlar ortaya çıkarır. Başta yabancıların yatırım öngörüsü yapamamasına neden olur. Ayrıca Türkiye’nin önünde önemli ekonomik yapısal reformlar bulunuyor. Her yapısal reform, siyaseten de bazı söylem ve eylem değişikliği ile desteklenmek durumundadır. Zira söz konusu reformlar, aynı zamanda bir “model” tercihinin ifadesidir. Seçimlere giden Türkiye’de hemen tüm siyasi partilerin “var olan” üzerinden siyaset oluşturdukları düşünülürse, reform niteliğindeki adımların seçim öncesinde atılması mümkün olamazdı. Reformların seçimler yoluyla yenilenmiş ve seçim baskısından kurtulmuş kadrolarca hayata geçirilmesi için de, 2019 oldukça geç bir süreye işaret etmekteydi.
Dengeler hızlı değişiyor
Küresel düzeyde ortaya çıkan gelişmelerin başında ise gelecek yılları değil ayları belirleyecek olan, Çin ile ABD arasındaki ticaret savaşı geliyor. Bu savaştan Avrupa piyasalarının, hatta Rusya’nın da etkileneceğini belirtmek gerekiyor. Ancak bu ekonomik gerilim aynı zamanda dış politika kamplaşmalarına da yol açacağından, devletlerin dostlarını ve hasımlarını gözden geçirmelerine gerek olacak. Dolayısıyla bir kaç ay önce işbirliği mesajları verilen bir ülkeyle karşı karşıya gelinmesi ya da tam tersi söz konusu olabilecek.
Uzun seçim süreci içinde olan hükümet, küresel düzeydeki hızlı değişime uygun yeni pozisyonlar alsa, bu yeni durumu seçmenlere izah etmekte zorlanacak; yapmasa bu sefer de dış ilişkilerinde çok dar bir alana sıkışmak zorunda kalacak. Dolayısıyla hızlı değişimleri yapabilmenin seçim sonrasına bırakılması ile seçimlerin çok yakın bir tarihe taşınması arasında doğrudan bir ilişki bulunuyor.
Seçimlerin erkene alınması, Türkiye’nin yakın bir zamanda normalleşeceğini ima etmekte. Normalleşme ise Türkiye’nin ABD, Rusya, AB ve Ortadoğu dengelerinde rasyonel davranmasını kolaylaştırabilecek.
Dengenin dengeleyici olma şansı
Seçimler sonrasında öncelikle Türkiye’nin ABD-Rusya arasındaki “danışıklı dövüş”te alacağı pozisyona karar vermesi daha kolay olabilecek. Bu konudaki en olası tercih ise iki devlet arasında “dengenin dengeleyici” rolünü üstlenmek gibi gözüküyor.
Dengenin dengeleyici rolünün iki uygulama alanı bulunuyor. Biri, Suriye sorunu çerçevesinde oluşmuş farklı yerel ve uluslararası koalisyonlardaki dengeleyicilik. Bu, tüm taraflara eşit yakınlık ya da uzaklık anlamına gelir ki, seçim sürecinde Türkiye’nin bunu yapması kolay olmaz. İkinci uygulama alanı ise AB ile ilişkiler. AB’nin Rusya ile ABD arasındaki boğulmuş halini kendisi için bir avantaja dönüştürmek Türkiye için zor bir politika değil. Ancak bunun için öncelikle AB nezdinde yeniden “vazgeçilmez” pozisyona gelmek gerekiyor.
AB ilişkilerinin normalleşmesi ise Türkiye’de siyasal reformların yapılmasını, yargı-hukuk sisteminin yenilenmesini, bireylerin de halk şeklinde değil eşit yurttaşlar olarak tanımlanmasını gerektirir. Uzayan, terörün ve darbe girişiminin yarattığı ortamla kamplaşmış olan siyasal ortam, söz konusu türden dönüşümlere uygun zemin yaratamadı. Dolayısıyla seçim sürecinin kısalması, “yapılacaklar listesi”nin zaman kaybetmeden hayata geçirilmesi için bir fırsat olarak görülebilir.