Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, açtığı ‘Şanghay Beşlisi’ muhabbetiyle tartıştırmak istediği konunun özünü kaçırmış olabilir miyiz? Kimimiz taraftar olduk, kimimiz karşı çıktık, ama tartışmayı hep ‘üyelik’ boyutuyla sınırlı tuttuğumuz için, etrafında dolandık da nedense esasa gelemedik.
‘Esas’, birbirine ters köşelerde konuşlanmış gibi görünen bu iki birlikteliğin hangi tür ülkeleri kendine çektiği gerçeğidir. Konuyu hep “Avrupa Birliği ne der?” ve “NATO ne der?” dar kıskacında ele aldık da aklımıza bir türlü
“Hangisine iyi gideriz?” sorusunu sormak gelmedi.
Avrupa Birliği (AB) ile Şanghay Beşlisi (ŞB) örgütleri arasında her alanda belirgin farklar var; ekonomik yapıları, siyasi sistemleri, savunma ihtiyaçları, enerji açlıkları bakımından birbirine fazla benzemeyen ülkelerden oluşuyor her iki örgüt.
“Biri diğerinin alternatifi değil” diyenler bunu anlatmaya çalışıyorlar.
Herhangi bir AB üyesinin durduk yerde “Ben ŞB’ne üye olmak istiyorum” diyeceğini sanmıyorum.
Sebebi belli: AB üyeliği ülkeler için belli özelliklere ve standartlara sahip olmayı gerektiriyor; ŞB üyeliği ise daha farklı özellikler ve standartlara sahip olmayı... ŞB üyesi bir ülkenin, —diyelim, Avrupa’ya en yakın üye olan Rusya’nın—“Benim gözüm AB üyeliğinde” demesi büyük bir şaşkınlığa yol açar...
Türkiye’nin “ŞB üyesi olabilirim” demesinden daha büyük bir şaşkınlığa...
Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için ŞB üyesi altı ülkeye göz atmamız gerekiyor: Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve altıncı olarak giren Özbekistan... Bu ülkelerin Kırgızistan dışındakilerin hepsi istikrarını güçlü liderler ile sağlayan ülkeler; Kırgızistan da geçirdiği sarsıntılardan sonra, 2010 yılından itibaren, kendi güçlü liderini bulmuşa benziyor...
Bir kez iktidara gelince koltuğunu kolay kolay terk etmeyen liderler bunlar... Rusya’da koltukta değişiklik zorunlu; o da değiş-tokuş yoluyla sahip olduğu ‘güçlü lider’ özelliğini koruyor.
Liderler etrafında şekilleniyor ülkeler ŞB’inde...
Halbuki AB, liderlerin fazla önem taşımadığı bir birliktelik; bugün işbaşında bulunan siyasiler görünür bir gelecekte yerlerini arkalarından gelenlere terk edecekler; tıpkı onların da başkalarından iktidarı teslim alması gibi... En uzun süreyle işbaşında kalan liderin iktidar ömrü taş çatlasa on yılı geçmiyor...
İngiltere sözgelimi: Hem Muhafazakar Parti (1979-1997) hem de İşçi Partisi (1997-2010) bayağı uzun iktidar dönemleri yaşadı; ancak her ikisinde de on yılın sonunda lider değişikliği kaçınılmaz oldu ve gerçekleşti.
Diğer AB ülkelerinde de siyasi durum İngiltere’de yaşanandan farklı değil.
Bu da, bizi, Başbakan Erdoğan’ın açtığı tartışmanın özü olan “Türkiye’nin siyasi sistem tercihi nedir?” sorusuna götürüyor.
Yakında bu sorunun cevabını şu soruya cevap bulunca daha sağlıklı verebileceğiz: “Yeni Anayasada ‘başkanlık sistemi’ bulunacak mı, bulunmayacak mı?”
Esas unutmamamız gereken nokta da şu: AB ve ŞB gibi örgütler her üye olmak isteyene kapılarını açmıyor; sistemleri birbirine benzeyen ülkeler aynı çatı altında buluşuyor.