9 yıllık Ergenekon davası Yargıtay’da bozuldu. Kararın ayrıntılarını haber sayfalarında okudunuz.
Ben bu davanın, Türkiye’de yargı - siyaset - medya - toplum ilişkileri açısından nasıl bir anlam taşıdığı üzerinde durmak istiyorum.
Ergenekon ve bağlantılı davaların açıldığı günleri düşünelim. İddialar peşpeşe geliyor ve fırtına gibi esiyordu. Akşam kimi ekranlar korkunç iddialarla çalkalanıyordu. Davalar, davalar geldi. Sapır sapır tutuklamalar oldu. Genelkurmay Başkanı’nın “Terör örgütünün lideri” olarak suçlandığı durumlar ortaya çıktı.
Ben o zaman, çıktığım TV programlarında delil değerlendirmesi yapmayacağımı, yargı sürecinin devam ettiğini, ancak Türkiye’de bir darbe geleneği bulunduğunu, o andaki davaların böyle bir darbe geleneği ile ilgisinin bulunup bulunmadığının anlaşılmasının önemli olduğunu söyledim.
Aslında benim bu tavrım bile problemliydi. Çünkü “yargı süreci devam ediyor” demek bile, kimi haksız tutuklamalara meşruiyyet sağlamak anlamına gelmekteydi. Ama işin öteki tarafında da darbe geleneğini gözden uzak tutmak ve varsa askeri bir hareketliliğe göz yummak tehlikesi vardı. Eğer süreç, bu darbe geleneğini ortadan kaldıracaksa önemli bir misyon ifa edebilirdi. Ama kimseye haksızlık da yapılmamalıydı. Zaman zaman “Kurunun yanında yaşın da yanması riski”ne işaret ederek, kendimi dengelemeye çalıştım.
Ama birçoğumuzun şimdi Paralel Yapı diye nitelenen ve o gün bütün bu davaları projelendirdikleri anlaşılan yani “kumpas” kurdukları ifade edilen grupla birlikte “vur abalıya” psikolojisi içine girdiği muhakkaktı.
Yargıtay kararı yargılamada önemli bir safha.
Bu safhaya gelişte de siyasi iradenin “kumpas” yaklaşımının önemli bir rol oynadığı muhakkak. Siyasi irade 17-25’ten sonra Emniyet’teki ve Yargı’daki “Paralel yapı”nın farkına varmasaydı, onlara karşı operasyonlara girişmeseydi, dolayısıyla o yapının “TSK’ya kumpas kurduğu” kanaatinde olmasaydı, şu gelinen neticeye ulaşmak da kolay olmayabilirdi.
Olay, Türkiye’de hem Yargı’nın problemli yapısını hem de Yargı-Siyaset ilişkisindeki problemli durumu ortaya koyan tipik örnektir.
Şu anda varılan sonucun bile eğer Türkiye’de askeri alanda hiçbir darbe oluşumu bulunmadığı gibi bir anlama geliyorsa, tartışmaya açık olduğu kuşkusuzdur.
Bununla, nasıl dünlerde problem varsa, bugün de Yargı’nın bünyesinin sorunlardan arındırılmış olmadığını ifade etmek istiyorum.
İstiklal Mahkemeleri cinayet işledi, Yassıada Mahkemeleri cinayet işledi. 28 Şubat yargısı sayısız hak ihlaline imza attı.
O dönemin tipik hukuk ihlali örneği, bizzat Adalet Bakanı olarak görev yapan Prof. Dr. Hikmet Sami Türk’ün “28 Şubat döneminde 312’nci maddenin (halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek) boyutlarını aşacak ölçüde kullanıldığı bir gerçektir” şeklindeki ifadelerine yansımıştır.
Ben yargılandım o dönem o maddeden. Ve Malatya’da bir DGM, benim “Ankara’yı özgürlükler açısından yeniden inşa etmek lazım” lazım sözümü “Ankara’yı özgürlükler açısından imha etmek lazım” şeklinde değerlendirip, “İnşa da imhadan sonra yapılır” mantığıyla gerekçelendirebilmiştir.
Üstad Necip Fazıl’ın “Kanunlar bal arılarının yakalandığı, eşek arılarının ise delip geçtiği ağa benzer” sözü tam da böyle bir yargı yapısı için söylenmiştir.
Adalet mülkün temelidir.
Ak Parti’nin açılımı Adalet ve Kalkınma Partisi’dir.
Türkiye sisteminin ve bürokrasisinin oturmamış yapısı, hukuku da kendisine benzetiyor.
Ak Parti’nin bizatihi kendisinin, iktidara gelişinin 6’ncı yılında ve halktan yüzde 47 küsur oy aldığı bir dönemde kapatılma tehdidi ile karşı karşıya kalması ve deyim yerindeyse ipten dönmesi, Yargı bürokrasisinin de, hukuk sisteminin de çarpıklığının tipik göstergesidir.
Bugün her şey güllük gülistanlık mı?
Hayır.
Nasıl düzelir?
Adalet mülkün temelidir.
Yani, Üstad’ça söylersek, hukuk bal arılarıyla eşek arılarına eşit uygulanırsa... İlahi adaletle bağlantı kopmadan...
NOT: Yazarımızın dünkü yazısı sehven mükerrer yayınlanmıştır. Okuyucularımızdan ve yazarımızdan özür dileriz.