Baştan hatırlatayım: Ergenekon ve Balyoz davaları konusundaki fikrim bugünlerde oluşmuş veya son olaylar üzerine değişmiş değil. Bugünlerde belirli bir kesime eleştiri anlamında ne söyleseniz derhal otomatik olarak devreye giren “vaktiyle neredeydin” tepkisiyle karşılaşıyorsunuz çünkü. Ben vaktiyle de buradaydım. Sadece ben değil, benim etrafımdaki birçok kişi bu yargılama sürecindeki yanlışlara, hoyratlıklara, suiistimallere itiraz etti. Bu itirazların görmezden gelinmiş olması bizim kabahatimiz değil.
Toplumun çoğunluğu Ergenekon soruşturmalarına başlangıçta destek verdi. Ordu içindeki cuntaların ve darbe girişimlerinin açığa çıkarılmasını arzu ediyorduk çünkü. Özellikle 2003-2004 dönemindeki cunta girişimleri ve darbe planlamaları, bunlar olmayınca adli bürokrasiyi devreye sokarak seçilmişlere karşı yapılmaya çalışılanlar ortadaydı.
Ne var ki çok kısa bir süre içinde Ergenekon operasyonu giderek eksenini kaybeder hale geldi. Bu operasyonu yürüten kadrolar toplumdaki daha temiz bir Türkiye hedefinden ziyade “kendilerine ait” hesapları görmeyi önceler gibiydiler. Diğer yandan yargılama süreci anlaşılmaz biçimde uzadıkça uzuyor, her geçen gün yeni dosyalar ve yeni kişiler bu davanın içine dâhil ediliyordu. Neyle suçlandığını bilmeden yıllarca hapiste yargılanacağı günü bekleyen insanlar vardı. Üstelik kurunun yanında yaş da yanıyordu.
2003-2004 senelerindeki darbe girişimleriyle ilgili bütün dokümanlar ve tanıklıklar ortada olduğu halde yargılamanın bu şekilde uzatılmasında farklı niyetlerin olabileceği kuşkusu ortaya çıkmıştı bazılarımızda.
Bu sırada Fethullah Gülen cemaatinin yargıda ve emniyette kadrolaştığı, kendilerinden olmayan yöneticileri tasfiye etmek için asılsız suçlamalarla çeşitli operasyonlar yaptıkları konuşulmaya başlanmıştı. Kendilerinden olanlar ise Ergenekon yargılamalarında sahte deliller üretmekle suçlanıyorlardı.
Emniyetteki cemaat kadrolaşması üzerine kitap yazan eski emniyet müdürü Hanefi Avcı kitabı yayınlanır yayınlanmaz tutuklanıverdi. Cemaatin emniyet yapılanmasını deşifre etmeye yönelik kitap yayınlamaya teşebbüs eden gazeteci Ahmet Şık’ın kitabına ise daha yayınlanmadan el kondu ve o da hapse atıldı. Gazeteci Nedim Şener ise Hrant Dink cinayetini araştırdığı kitabında söz konusu polislerin rolüne işaret ettiği için aynı akıbeti paylaşmıştı. Akabinde eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğda terör örgütü lideri olmak suçlamasıyla tutuklanıp hapse atıldı.
Türkiye’nin demokratikleşmesi ideali adına Ergenekon yargılamalarına ümit bağlayan birçok insan hayal kırıklığı yaşıyordu artık.
Siyasi iktidarın da bu hayal kırıklığını o dönemde belli ölçüde paylaştığı tahmin edilebilir ama hükümeti yönetenler hem bu suçlamaları cemaat mensuplarına konduramıyorlardı hem de askeri ve yargı bürokrasisi eliyle kendi siyasi varlıklarını ortadan kaldırmaya yönelmiş kesimin elini yeniden güçlendirecek bir adım atmak istemiyorlardı muhtemelen.
İsteseler yapabilirler miydi, orası da ayrı bir mesele. Köprülerin altından çok sular akmıştı çünkü. 2010 anayasa referandumu ardından yargı bürokrasisini kontrol altına almalarına göz yumulan bir kesim, Dr.Frankenstein’ın canavarı gibi siyasi iktidarı tehdit eden bir güç haline gelmişti.
Derken 7 Şubat ve ardından 17 Aralık girişimleri bahse konu olan yapının amacının Türkiye’nin siyasi mimarisini dönüştürmek olduğunu gözler önüne serdi. Dolayısıyla söz konusu yapının geçmişteki icraatı da mercek altına alındı ve şu soru da sorulur hale geldi: Bugünkü şartlarda Ergenekon ve Balyoz yargılamaları yeni baştan yapılmalı mı?
İşin doğrusu, adı geçen yargılama süreçleri üzerinde oluşan şaibeler dolayısıyla kamu vicdanı tatmin olmuş değil. Gerçi Ergenekon adı verilen yargılama sürecine dâhil olan kişi ve grupların bir bölümünün cunta yapılanması ve darbe planlanması gibi suçlara iştirak ettiği belli. Özellikle Özden Örnek ve Mustafa Balbay günlüklerinde adı geçen kişiler konusunda benim şahsi fikrim de bu. Ama soruşturmaya sonradan dâhil edilen dosyalar konusunda ciddi kuşkular var. Balyoz davasının ise bütünü soru işareti.
Ne var ki bu yargılamaların yeniden yapılması -birçok sebep dolayısıyla- pek pratik görünmüyor. Onun yerine -yargılanmakta olan kişilerin büyük bölümünün yeterince cezaevinde kaldığı da düşünülerek- bir “kısmi af” çıkarılarak sorunun çözülmesi mümkün olabilir belki.
Bunu tartışmakta fayda var.