Suriye meselesinin başından itibaren Rusya, kendini güç göstermekten alıkoymuyor.
Özellikle Putin’in 3. döneminde Rusya, kendini dünyada yeniden gösterme anlamında yeni ve güçlü bir dönemdedir. Bu anlamda Putin, seçim propagandasında kullandığı sloganların boşuna olmadığını göstermiştir ve yeni yerli Rusya milliyetçiliğinin ortaya konmasıyla Rusya toplumunda merkezde birleşme eğilimini güçlendirme politikalarını geliştirme gayretindedir.
Putin, seçim öncesinde Rusya içinde gelişen ABD ve Batı kaynaklı muhalif atmosferin cevabını vermek durumundaydı. İlk fırsatta dünyada gelişen olayların atlatılmasında baş aktöre dönüşmesi doğal görülmelidir. Rusya’nın yeni Putin döneminde daha saldırgan dış politikalar geliştireceğini de beklemek gerekti. Bu saldırgan tavrın nedeni, Batı’nın demokrasi uygulamalarıdır. Dolayısıyla Rusya’nın bu tavrının yalnız Suriye ile değil, bölgede gelişmesi öngörülen her durumda ortaya çıkacağını görmek şimdiden mümkündür.
***
Putin’in duruşunu, yetişme biçimini ve Rusya’nın kaderinde değişimin güce yönelik olmasını tasarlarkenki düşünüşünü dikkate alırsak, Rusya’nın bölgede kendi alanı olarak gördüğü diğer noktalarda da hareket edeceğini öngörmek mümkündür. Özellikle geçmiş Sovyet alanı olarak bilinen ülkeler bu konseptin esas odak noktaları olacaktır. Eğer Türkiye bu konuda etkin bir siyaset tasarlarsa, Suriye dahil bu alanda Rusya’nın ortaklaşa hareket edeceği partner Türkiye gibi görünmektedir. Böyle bir kanaat oluşmasının tek nedeni ise Başbakan Erdoğan’ın siyasi kişiliği ve liderliğindeki ülkenin yeni felsefesi ve tutumudur.
Burada elbette ki Türkiye’nin artık medeniyet coğrafyasında hamaseten değil fiilen varlığını ortaya koymasını, buna paralel olarak ise Türkiye’nin güçlenen ekonomik-politik durumunu dikkate almakta yarar vardır.
Bu açıdan bakıldığında, Başbakan Erdoğan’ın Moskova ziyareti anlamlıdır. Her ne kadar bu ziyaretin başarısız olduğu, bunun ispatı olarak ise ziyaretten sonra Rusya’nın BM Suriye oylamasında kararı veto etmesi söylense de ziyaretin isabetli olduğunu görmemiz gerekmektedir.
Öncelikle şunu söylemekte fayda var: Hiçbir ülke bir siyasi tutum ve kararını bir günde geliştirmez, geliştiremez. Dolayısıyla Rusya’nın yıllar içinde geliştirdiği Suriye algısından bir gün içerisinde vazgeçmesini ve Başbakan’ın ziyaretinden hemen sonra bütün tutumunun değişmesini beklemek, dış politika kavramından bihaber olmaktır.
Başbakan Erdoğan’la temaslardan sonra ortaya çıkan manzara ile ziyaretten hemen sonra Rusya’nın BM’de Suriye ile ilgili kararı veto etmesini karşılaştırmak doğru değildir. Öncelikle partneri olan Çin’i ve Putin’in kendi ülkesinde hemen fikrini değiştiren lider olarak yanlış anlaşılabileceğini göz önünde bulundurmamızda fayda var.
Rusya her ne kadar güç göstermiş olsa da sonuç itibariyle bölgesel anlamda partnerle iyi olmak, özellikle Türkiye gibi yükselen bir stratejik değerin farkına varmak kendi açısından faydalıdır. Diğer yandan tarihsel boyutu irdelersek, bölge insanının Osmanlı’nın değer ve tutumunu dönüp dönüp hatırlatmasını, sadece Rusya değil, bölgeye meraklı olan herkes göz önünde bulundurma zorunluğu hissetmektedir.
Rusya, Suriye konusunda kendine yönelik anti-siyaset olmayacağını ve kendi menfaatlerinin garanti altına alınacağını fiilen gördüğü takdirde Esad’dan tamamen vazgeçecektir. Bu vazgeçişin dostunu satmak gibi gözükmeyeceği doğrudur. Çünkü Putin’in siyasi karakteri buna müsait değildir.
En önemlisi, Rusya’nın attığı hukuki adımlardan vazgeçmesini beklemekten ziyade, Rusya’nın net olarak Esad rejimini desteklemekten Türkiye’nin çabalarıyla vazgeçmesini sağlamaktır. Bu anlamda Başbakan Erdoğan’ın Moskova temasları ciddi anlam taşımaktadır.
Ve son bir noktaya değinmek isterim. Türkiye’nin bazı gazetelerinde, bu ziyaret sırasında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Putin’in temaslarındaki rahatlığın Davutoğlu’na yönelik saygısızlık gibi nitelendirilmesi dikkatimden kaçmadı. Doğrusu bu kanaatin oluşmasını pek samimi bulmadım. Rusya medyasını takip edince görünen odur ki Davutoğlu’nun zekası ciddi anlamda konuşulmaktadır. Her ne kadar Rusya’da Türkiye ile ilgili saldırgan düşünenler olsa da gerçekleri konuşmaktan kendilerini alıkoyamıyorlar. Putin kendi ülkesindeki eğilimlerden hepimizden daha fazla haberdar olduğu için, Davutoğlu’na gösterdiği samimiyeti Türkiye’nin Dışişleri bakanının sıradan bir stratejist olmadığının itirafı olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Rusya’da, konuşmaları siyaset uzmanları ve medya tarafından en çok takip edilen kişiler Dışişleri bakanları Hillary Clinton ve Ahmet Davutoğlu’dur.
Bazı kareleri doğru okursak doğru neticelere daha çabuk ulaşırız. Tabii kareleri doğru okumak istiyorsak... Çünkü doğruları görmek itirafa yol açar. Bazıları itirafı başarısızlık olarak nitelendirir. Oysa en büyük güç doğruları itiraftan geçer.
* Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.