Kabul edelim, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, siyasi yaşamının en ağır meydan okumasıyla karşılaştı. “Yolsuzluk soruşturması”, siyasetin HIV’idir, bünyeye girdi mi, bağışıklık sistemini ortadan kaldırır, bedeni, “her türlü saldırıya” açık hale getirir, siz, bir soruşturmanın etrafında kopan fırtınayla uğraşırken, birileri, “öldürücü darbeyi” bir başka köşede hazırlıyor olabilir.
Başbakan’ın 17 Aralık’tan bu yana yaptığı açıklamalardan anladığım şu: Erdoğan, hukuk-siyaset hattında yaşanılan bu olayda, hedefin doğrudan kendisi olduğuna inanıyor. Bakanlar ve çocuklarının, yürütülen operasyonda birer “atlama tahtası”, ana amacın, şu veya bu şekilde doğrudan, şahsına, darbe vurmaya dönük olduğunu düşünüyor. Erdoğan’a göre, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı merkezine oturtmuş gibi gözüken, ama aslında, doğrudan kendisini hedefleyen 7 Şubat 2012 benzeri bir operasyonla karşı karşıyayız.
Başbakan’la bu konuda hiç konuşmadım, yukarıdaki görüşlerim, yalnız, yaptığı açıklamalardan edindiğim izlenime dayanıyor.
İki yönlü atak
Erdoğan deneyimli bir siyasetçi, bu nedenle, kabinesinin bakanları hakkında başlatılmış bir yolsuzluk soruşturmasını engellemesinin kendisine, çok ağır bir bedeli olacağını hepimizden çok daha iyi biliyor. Aldığı önlemlerin, operasyonun, ülkede bir “hukuk darbesi”ne yol açmasını, siyasetin bu işin altında kalmasını ve kendini “ulusal irade”nin üzerinde gören bir takım güçlerin kazanmasını önleyici yönde olduğunu düşünmek durumundayız.
Karşısında iki zorlu iş var: 1- Operasyonun, hedef büyüterek siyasette beklenmedik kırılma noktaları yaratıp, “Erdoğan’sız Ortadoğu” talep eden çevrelerin kontrolünde gelişmesini, devletin istihbaratını kullanarak durdurmaya çalışacak, 2- Bir yolsuzluk operasyonundan yola çıkarak ülkenin ulusal siyasi iradesine savaş açan o çevrelerle ayrı mücadele verecek.
Bütün bunları yaparken de, kamuoyuna, yolsuzluk soruşturmasını örtbas eden siyasi irade görüntüsü vermeyecek, iddiaların kamuoyunda ve hukukta en şeffaf şekilde tartışılmasının yolunu açacak.
Deniz Ülke Arıboğan’ın dediği gibi, “kamu diplomasisi” bu noktada büyük önem kazanıyor.
‘Bizim çocuklar’ sendromu
Soğuk Savaş yıllarında, Türkiye’nin siyasetini “askeri darbeler” üzerinden düzenleyen “emperyal bir güç”, günümüz koşullarında “hukuk oligarşisi”ni şu veya bu şekilde kullanarak aynı işlemi yapabilir mi? Evet. Bir dönemin askerleri, nasıl, “her şeyi vatan için yaptıklarını” düşünerek eyleme geçtiklerinde, “bir başkasının bundan azami çıkar sağladığını” anlamadılarsa, günümüzün “hukukun üstünlüğü” ilkesi de benzer şekilde kullanılabilir. Bu, hukukun içinde yer alan isimlerin iplerinin başka başkentlere bağlı olması anlamına gelmez, onlar işlerini yaptıklarını düşünürler, hatta, aralarından siyasetle hesaplaşmayı düşünenler de çıkabilir, fakat gelinen nokta, ulusal iradenin zaafiyeti ile sonuçlanabilir.
Bu nedenle Yalçın Akdoğan’ın sosyal medyada paylaştığı şu mesajı önemsiyorum: “Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, sivil iktidarına kumpas kuranlar bu ülkenin hayrına çalışıyor olamaz.”
Hukuk işini yapacak, buna kimse, “neden yapıyorsun” diye müdahale edemez. Ama, siyaset de tetikte olacak, yürüyen işlemlerin “örtülü darbeye” veya “yeni siyaset mühendisliğine” dönüşmesini engelleyecek.
Bir demokrasinin güçler dengesinin “gri noktalarından” konuşuyoruz, bu alanda dengeyi sağlarız, demokrasimiz olgunlaşır, kaybederiz, tıpkı darbe yıllarında olduğu gibi birlikte altında kalırız, kazanan, sınırlarımızın ötesindeki güçler olur.
Demokrasi: Siyasi güç
Kişisel kanaatim, Erdoğan’ın, “Kürt sorununu” ulusal iradeyle, hiçbir yabancı gücü ortak etmeden çözme yönünde attığı adımlar nedeniyle başının belada olduğu yönündedir. Diyarbakır mahkemelerinin, ortada Mustafa Balbay örneği varken KCK tutuklusu 5 BDP’li milletvekilini tahliye etmemekteki kararlılığını anlamak hayli zor. 14 yaşında hapse konulmuş, 10 yıl tutuklu kalmış Yakup Köse hakkındaki son karar ise ayrı bir tartışma konusu. Kamuoyunda şekillenen son operasyon tartışmalarının Hanefi Avcı kararıyla, Ergenekon ve Balyoz davalarına getirdiği yeni boyut ise işin farklı bir yönü.
Anladığım, “siyasileşen hukuk”un bir demokrasi için ağır risk oluşturduğudur.
Erdoğan, kendisini hedef alan son fırtınayı, demokrasiyi olgunlaştırarak aşabilir.
Çünkü, demokrasi, ulusal iradeye sırtını dayamış bir politikacı için tek güç zeminidir.