Siyasal güç dağılımın bundan sonra nasıl şekilleneceğine dair uzun analizler yapmak yerine olup bitenler çıplak gözle bakmak yeterlidir. Birbirini teyid eden, siyasette anlamlı ve tutarlı şeyler yaşanıyor.
Öncelikle... AK Parti’nin son seçimden yüzde 50 oy oranıyla çıkmış ve anketlerde de bu oranın yaklaşık 2-3 puan üzerinde seyreden bir parti olmasına rağmen adımlarını sağlam atmaya özen göstermesi rakipleri için büyük talihsizlik. Anlaşılabilir bir rehavet yerine, ilk günlerdeki gibi inatçı bir çaba sergiliyorlar ve bu da karşı hamle yapmayı neredeyse imkansızlaştırıyor. Mesela, bariz “değişim” ve “yenilenme” ihtiyacına rağmen CHP’nin büyük kurultay öncesi gelip gelebildiği noktanın 6 oka dokundurmamak olması bunun ifadesidir. Oysa, sahici bir değişimi ifade etmese ve 6 oka sadakatsizlik anlamı taşımasa bile, CHP yeni döneme slogan olacak daha heyecan verici bir yaklaşım üretebilirdi.
Üretemedi çünkü, Erdoğan siyaseti kendi alanını genişletirken, siyasal rakiplerinin hareket alanını da daraltıyor.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu, “değişim ve dönüşüm” temalarıyla tanımladığı kurultaya giderken 6 okun tartışılamaz olduğunu ilan ederek, bir anlamda değişim pazarına girip risk almaktansa, statüko alanını garanti etmeyi tercih ediyor.
Çıkış yolunu bulmanın zor olduğu bir tablo...
AK Parti, üzerinde bulunduğu siyaset alanını derinleştirmeye ve adını verdiği merkezi mikro-makro planlarda tanzim etmeye devam ediyor.
Başbakan Erdoğan’ın imam hatip okulları için verdiği mesai de Numan Kurtulmuş’un partisine katılımı için yaptığı görüşmeler de temelde aynı eksende adımlardır. Her ikisi de isabetli, gerekli ve tutarlı kararlardır. Başbakan böylelikle, hiçbir boşluk bırakmayarak siyaset ve siyasetin zeminindeki toplumsal dinamikleri birer birer elden geçiriyor. Bugüne kadar, bir şekilde eksik bıraktığı veyahut da yeterince alakadar olamadığı her üniteye vakit ayırıyor, diyebiliriz.
Bu noktada duralım ve bütün bunları neden yapıyor diye soralım. Neden?
Kendisinin muhtemel Cumhurbaşkanlığı vizyonu için mi? Hem evet, hem hayır. Elbette Cumhurbaşkanlığı’nı tercih edecek olmak Erdoğan için en güçlü seçeneklerden birisi ama hikaye bu tercihle bitmeyecektir. Zira, Erdoğan Cumhurbaşkanı olacak olsa bile siyasetle ilişkisi, rasyonel faktörler nedeniyle bugünkünden farklı olmayacaktır. Şu anda siyasal kudreti neye hükmediyorsa, Çankaya’daki ağırlığı da bundan aşağı olmayacaktır. Olamayacaktır da... Çünkü, hem partisine kazandırdığı güç, hem de kendisini Çankaya’ya taşıyacak ve yüzde 51’den aşağı olmayacak ilave güç Erdoğan’a bunu fazlasıyla sunacaktır.
Unutmayalım...
Başbakan, önceki örneklerin aksine siyasal gücünün azaldığı değil, zirve yaptığı bir dönemde Çankaya’yı tercih etmiş olacaktır. Üstelik, ilk kez halk oyuyla bu makama gelerek benzersiz bir siyasal güç sahibi olmak gibi bir avantajın sahibi olarak...
Dolayısıyla Erdoğan, görünür gelecekte AK Parti’nin de tabiatı gereği arzulayacağı siyasal sıklet noktasını temsil etmeye devam edecektir. Kendisinden sonra koltuğunda oturacak ismin kim olduğundan bağımsız olarak, Erdoğan AK Parti’nin bir numaralı oy kazanma dinamiği olmaya devam edecektir. Bunun aksinin mümkün olduğu noktaya kadar siyasal dengelerin değişmesini beklemek, kabul edelim gerçekçi değildir.
Daha açık ifadeyle söyleyelim... Aday olursa, halk da kendisini Çankaya çıkarırsa, seçmen aslında temel belirleyicisi Erdoğan’ın olduğu bir düzeni onaylamış olacaktır. Erdoğan’ı Çankaya’ya mahkum etme planını değil.