"Türkiye’nin kalkınmasının ve bugünün önündeki tek engel terördür.”
Başbakan Erdoğan’ın 2012’nin son haftası içinde terör ve Kürt sorununa ilişkin birçok açıklamasının içinden bu cümlenin altını çiziyorum. Erdoğan bu sorunu “en büyük engel” olarak tanımlayarak diğer irili ufaklı engellerle kıyaslamadığını da ifade ediyor.
Mesele karşısındaki duyarlılığından da şüphe duymuyorum. Ülkenin bütün makro-mikro göstergelerini 10 yıl öncesiyle karşılaştırılamayacak kadar geliştirmiş bir lider, Kürt meselesinin ülkeye neler kaybettirdiğini en iyi bilecek kişidir hiç şüphesiz.
Adını koyalım, Kürt-terör meselesi olmasaydı Türkiye bugün bir üst ligde yani süper güçler skalasında yer alıyor olacaktı. Sorunun üstesinden geldiğinde de beklemeden o lige terfi edecektir.
PKK ve PKK’yı yönetenler de bu analizi yapıyorlar. Türkiye büyüdükçe ve bölgesinde inisiyatif almaya başladıkça terörün sivilleri hedef alacak boyutta artması bu yüzden bir tesadüf değildir. Terörsüz bir Türkiye’nin tutulamayacak olduğu tespitini onlar da pekala biliyorlar.
Cuma akşamı TRT’de Enine Boyuna programında Başbakan’a bu soruyu hafta içinde kaybettiğimiz Şerafettin Elçi’nin bir nevi vasiyeti üzerinden sorduk:
“Rahmetli Elçi de birçok başka Kürt aydını gibi, bu sorunu çözerse Erdoğan çözer diyenlerdendi. Bu politik iltifatlar omuzlarındaki yükü daha da ağırlaştırmıyor mu?”
Başbakan beklemeden cevap verdi: “Ağırlaştırmaz mı, tabii ki ağırlaştırıyor.”
Peki, Erdoğan’ın omzundaki yük neden bu kadar ağırdır?
Çünkü, bu sorunun bütün aşamalarında; yani kimlikten terörle mücadeleye kadar her safhada yalnızdır. Yalnız olmak bir yana, attığı her adımın siyasi malzemeye dönüştürülmesi gibi kanlı bir reaksiyonla karşı karşıyadır. Buna rağmen, sorunun en ağır yöntemlerle siyasi malzeme yapıldığı bugünlerde İmralı ile görüşmelere yeniden başlama cesaretini gösterebilmektedir.
Bu noktada, Erdoğan’ın yine o programda ifade ettiği bir gerçek var. Taşın altına hükümetin elinden başka ellerin de girmesi şarttır.
Türkiye, 1984’den beri PKK terörüyle karşı karşıyadır. Ne yapılması ve ne yapılmaması gerektiğini çok iyi bilmektedir ama sıra bunları yapmaya geldiğinde siyasi açmazdan kurtulamamaktadır.
BDP’yi anlıyoruz. Hükümet istese bile bu parti meselenin çözümünde muhatap olacak veya süreci kolaylaştıracak bir kapasiteye sahip değildir. Böyle bir ihtimal kağıt üzerinde belirdiğinde dahi PKK bu seçeneği imkansızlaştırmaktadır. Nitekim, BDP sözcüleri de iş ciddiye bindiğinde adres olarak İmralı’yı göstererek kenara çekilmektedirler.
MHP ise malum, ortada çözülecek tek sorun olarak terörü görmekte ve siyasi planda atılacak adımları ihanet olarak tanımlamaktadır.
Bu tabloda iktidar dışında taşın altına elini koyabilecek tek aktör CHP’dir. Ne yazık ki CHP, Kılıçdaroğlu’nun ikindi güneşi gibi parlayıp sönen girişiminden sonra eski bilinen pozisyonuna dönmüş ve tıpkı MHP gibi Erdoğan’ın atacağı adımlar üzerinden siyasi fayda toplamayı tercih etmiştir. Oysa, 10 yıl içinde yapılan bütün seçimler ve referandumlar gösteriyor ki Kürt meselesinin hallolmaması CHP’ye kazandırmıyor, atılan sıra dışı adımlar da AK Parti’ye kaybettirmiyor.
Sadece ülke kaybediyor ve kan akmaya devam ediyor.
Sözü uzatmaya gerek yok; CHP taşın altına elini cesaretle koymalıdır. Yeni CHP olmak için tek fırsat budur. Bunu yapmakla, korkularının aksine AK Parti’ye güç aktarmış olmayacak, kendisini yenileme fırsatı bulacaktır.
Her şeye rağmen 2012 Kürt meselesinin çözümünde geri gidilen bir yıl olmadı. Aksine bu problemden kurtulmanın faydasını çıplak gözle gördüğü, acı da olsa bir tecrübe yılı oldu.
O yüzden 2013 için bu meselenin hallinden daha faydalı bir temenni yoktur. Türklerin de, Kürtlerin de; bu topraklarda yaşayan herkesin birlikte kazanacağı bir çözüm için 2013’ü kaybetmeyelim.