Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa ziyaretinde üzerinde durmamız gereken iki önemli başlık var; birincisi Erdoğan’ın, Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili sürecin Fransa’nın da katkısıyla devam edeceğini ve burada Türkiye’nin kararlı olduğunu vurgulaması, ikincisi ise Ortadoğu’daki ‘sıcak’ durumla ilgili iki ülke arasında stratejik başlıklarda görüş ayrılıklarının olmadığının karşılıklı teyid edilmiş olması. Fransa Devlet Başkanı Hollande, Suriye sorununda, Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) desteklediklerini ve Esad rejimi konusunda Türkiye ile hemfikir olduklarını vurguladı. Ayrıca Fransa, Türkiye’nin güvenlikli bölge tezini de destekliyor. Hollande, yalnız Kobani’nin tehdit altında olmadığını, Irak’ın bütününün tehdit altında olduğunu söyledi. Hollande’ın bu vurguları, Fransa’nın Sarkozy döneminden çok ayrı bir yola girdiğini bize gösteriyor. Fransa, nihayet, devlet politikası olarak, Almanya’nın kuyruğundan ayrılmış gözüküyor. Merkel’e garson olarak servis yapan Sarkozy karikatürleri, hiç şüphesiz, bize Vichy Fransa’sını hatırlatıyordu. 2. Dünya Savaşı’nda (1940-44) Vichy kentinde kurulan ve devlet başkanlığını Petain’in yaptığı Almanya kuklası Fransa’yı Sarkozy mezarından çıkarmıştı. Ama şimdi Fransa, tıpkı 2. Paylaşım Savaşı’nda olduğu gibi, Almanya’nın kuyruğuna takılmanın bedelinin ağır olacağını görmüş gibi duruyor.
Fransa ‘gerçeği’ görüyor
Fransa, Türkiye’nin ‘çözüm süreci’ ile yalnız kendi sınırları içinde değil, Irak’tan başlayarak, Hazar’a kadar olan ‘stratejik’ coğrafyada, geliştirdiği entegrasyon projelerinin ve politikasının hem AB hem de kendi geleceği için artık tek çözüm olduğunu görmek zorunda ve görmeye de başladı. Bunun için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Fransa’da vurguladığı gibi, Fransa’nın bloke ettiği fasılların önünün açılması ile özellikle savunma ve enerji başlıkları önümüzdeki günlerde gündeme gelecek gibi duruyor.
Bu açıdan Erdoğan’ın Fransa ziyareti ve bu ziyarette her iki liderin verdiği mesajlar tarihsel ve stratejik önemdedir.
Fransa: Devlet ekonomisi ve özelleştirme
Ama söz Fransa’dan açılmışken Fransa’daki devlet kapitalizmi sürecine ve buradan yola çıkarak, şu sıra bizde hem maden faciaları hem de özelleştirme uygulamaları olarak gündemde olan kamu varlıklarının ‘özelleştirmesine’ değinmek istiyorum. Fransa’da devlet dışı sermayeye tepki, tam da 2. Dünya Savaşı sırasında, Vichy Hükümeti döneminde, Fransız burjuvazisinin ihaneti ile doruğa çıkmıştı. Bu dönemde Naziler’le işbirliği yapan Fransız sermaye sahipleri müthiş bir savaş rantı elde etmişlerdi. İşte savaş sonrası Fransa yeni cumhuriyetle birlikte bu Nazi işbirlikçisi burjuvaları cezalandırmaya başladı.
En ünlü örnek Renault’dur. Ünlü otomobil firmasının sahibi Louis Renault, Eylül 1944’te, Naziler’le işbirliği suçlamasıyla tutuklanmış ve Renault 1945’te devletleştirilmişti. Ancak bu Renault ile sınırlı kalmamış ve 1950’ye kadar olan dönemde Fransa’da kapitalizm bir devlet kapitalizmine dönüştürülmüştü. 1950’de ülkedeki kamu ekonomik gücü milli servetin yüzde 30’una erişmişti. Bu dönemde kamu, küçük ve orta boy işletmelere dokunmamış, buradaki özel mülkiyeti de özellikle korumuş ve teşvik etmiştir. 1970 yılına gelindiğinde Fransa’daki milli servette devletin payı yüzde 50’ye ulaşmıştı. Fransızlar buna ‘otuz altın yıl’ der. Yani 1945-75 arası yeni bir ekonomi -kapitalizm- deneyimi olduğu gibi, sonuçları itibariyle de çarpıcıdır. Yani şunu söyleyebiliriz; ‘liberalizm’in kitlelerin ayaklanmasıyla iktidara taşındığı ülkenin ekonomisini bir ulus-devlet inşa etmiştir. Yalnız bu gerçeklik ve deneyim bile ‘liberalizm’ denen ‘şeyin’ kapitalist sistem için de-jure (yalnız kağıt üzerinde) olduğunu bize gösterir. Liberal dostlar kusura bakmasın ama ‘liberalizm’ kapitalizm için Adam Smith’ten beri yalnız bir ütopyadır, dolayısıyla de-facto (fiili) olarak ortada yoktur ve olamaz.
Ancak Fransa’daki devlet ekonomisi sürecinin sonu da ilginçtir. Seksenli yıllarda başlayan neoliberal dalga ve buna bağlı özelleştirmeler, Fransa’yı da etkisi altına almış ve 1988-93 dönemindeki sosyalist iktidar bile özelleştirme programını genişleterek sürdürmüştür. Peki Fransa için çok önemli olan iki stratejik işletme yani Renault ve Telekom ne oldu diyeceksiniz; Renault 1990’da A.Ş.’ye dönüşmüş ve halka arz edilmiş, Telekom İdaresi de, Fransız Telekom’a dönüştürülerek halka arz edilmiştir. Bütün bu dönemde Fransa, -moda olduğu üzere- elindeki stratejik kamu varlıklarını özelleştirmiş ama kamu borcu artışınıın önüne geçememiştir. Ayrıca doğrudan blok olarak özelleştirilen işletmelerde emek verimliliği artmasına rağmen kârlılık -uzun dönemde- düşmüştür. Yani ekonomi, hiçbir zaman 1945-75 arasındaki altın yıllara dönmemiştir.
Fransa’da, ancak halka arzla -paylar atomize edilerek- halka arzı yapılan kamu varlıkları kârlı olmuş ve büyümüştür. Bunun dışında, tüm dünyadaki deneyimlerde olduğu gibi, kamu tekellerinin özel tekellere devredildiği -ki bunlar çok azdır- örnekler zarar etmiş ve bugünkü krizin önemli dinamiğini oluşturmuşlardır.
Blok satış yerine halka arz
Şimdi bunları şunun için yazdım; içinde bulunduğumuz dönem, tıpkı 2. Dünya Savaşı gibi stratejik bir geçiş dönemidir. Bu dönemde, aklı başında hiçbir ülke, stratejik varlıklarını yok pahasına özel tekellere blok satmaz. Çünkü böyle dönemlerde hiçbir fiyat, uygun fiyat değildir. İkincisi, stratejik ve sosyal etkisi olan kamu tekellerinin blok satışı -yani özel tekellere devri- hem ülkenin ekonomik çıkarlarına hem de piyasa ekonomisine aykırıdır.
Bu varlıkları alacak bir özel tekel, şu sıralar Vichy Fransası’ndaki işbirlikçi tekeller gibi davranırsa ortada Türkiye diye bir ülke olur mu? Örneğin TPAO’yu özel tekele sattınız diyelim; o da elindeki hisseleri İsrail’in örtülü ortak olduğu bir küresel yapıya satarsa hesabını nasıl verirsiniz?
Şu andan itibaren Türkiye’nin stratejik tüm kamu varlıkları, Büyükşehir Belediyeleri’nin elindeki A.Ş.’lerdeki gaz dağıtım şirketleri dahil, blok satılamaz, satılırsa sonuçları ağır olur. Örneğin İGDAŞ’ı alan bir özel tekel İstanbul’da seçimi istediğine kazandırır, istediğine kaybettirir. Bunun için İGDAŞ, yönetimi kamuda olmak üzere, ancak halka arz edilebilir. Bu, hem piyasa ekonomisi -tüketici- için daha sağlıklı ve rekabetçi, rasyonel adımdır hem de kamu ve ülke menfaati için uygundur. Hep diyorum ya, neoliberal paradigma iflas etti; ancak buna alternatif yeni bir ekonomiyi de işte Erdoğan gibi liderler ortaya çıkarıyor. Erdoğan’ın Fransa ziyareti ve Fransa buna bunları hatırlattı. Yine birilerinin pazarını zehir ettik galiba...