Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini her fırsatta eleştiriyor ve dünyanın beşten büyük olduğunu başta Güvenlik Konseyi üyesi beş ülke olmak üzere bütün muhataplarına hatırlatıyor.
İki gün önce de BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada da bu gerçeğin altını çizdi.
Cumhurbaşkanı dedi ki; Güvenlik Konseyi, 5 ülkenin siyasi stratejilerinin çarpışma alanı haline gelmiştir.
Bu söz, içinden geçtiğimiz sürecin özeti...
Çin, Rusya, ABD, Fransa ve İngiltere, geçen yüzyıl görece denge üzerinden sağladıkları istikrarın sürmesi için oluşturdukları bütün kurumları bugün çatışmanın alanına dönüştürdüler.
Dolayısıyla, bu kurumlar bırakın sorun çözmeyi, bizzat sorunun kendisi haline geldi.
Erdoğan buradan hareketle öteden beri "küresel güvenlik mimarisinin daha adil, hakkaniyetli, temsil kabiliyeti yüksek yeni bir anlayışla şekillendirilmesinin" altını çiziyor.
Bunu ifade ederken de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı "daha adil bir dünya mümkündür" diyerek, gittikçe katılaşan dünya sisteminde insanlığa umut aşılayan bir esnek alan oluşturuyor.
Bu çağrılar, elbette geniş insanlık ailesinin vicdanında akis bulacaktır.
Ne var ki, küresel ölçekte bir akıl ve vicdan tutulmasının yaşandığı da bir gerçek. Bu yüzden sistem her geçen gün daha da kaotik bir hal alıyor.
Türkiye'nin çıkışlarının öneminin anlaşılması için küçük bir karşılaştırma yapmak istiyorum.
Birleşmiş Milletler'de reform yapılması çağrısı yapan bir başka lider ABD Başkanı Biden.
Fakat yaptığı konuşmada yaşanılan sorunları ilke bazlı değil çıkar odaklı bir zeminde ele aldı.
Hedefinde yine Rusya, Çin, İran, Kuzey Kore vardı.
Biden'ın konuşmasında bir barış önerisinden ziyade çatışma inadı vardı.
Anlayacağınız reform ve barış çağrısı, çatışmaya perdeden ibaretti.
Oysa Erdoğan, olguları dile getirdi.
İsnat değil ilke vardı konuşmasının bütününde.
Bütün insanlık için adalet vardı.
Güçlü bir dünya turu, kendi ülkesi ve münhasır alanlar için adil bir kararlılık vardı.
Erdoğan, "Uzaya turistik yolculuk için yüz milyonlarca dolar harcanırken Afrika'dan Asya'ya milyonlarca insan bir lokma yiyecek ekmek dahi bulamıyorsa hiçbirimiz kendimizi güvende hissedemeyiz." diyerek bugünkü küresel sistemin çelişkisini çok güçlü bir şekilde ortaya koylarken Türkiye'nin mazlum milletlerin yanında olduğunu bir kere daha vurguladı.
Yine, "Suriye, Irak, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Sahel'de, kendi çıkarları için DEAŞ ve benzerlerini paravan olarak kullananların riyakarlıklarından bıktık." sözüyle özellikle batılıların iki yüzlülüğünün altını çizdi.
Suriye'nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği, AB'nin ikircikli tutumu, Filistin meseleleri konuşmanın diğer önemli başlıklarıydı.
Doğu Akdeniz konusunda da kararlı bir vurgu yaptı Erdoğan... Dedi ki, "Doğu Akdeniz'de bizim kimsenin hakkında gözümüz yok, kimsenin de haklarımızı yok saymasına müsaade etmiyoruz, etmeyeceğiz.
Özellikle bu noktada biraz durmak gerekiyor. Biden'ın çıkar odaklı söylemlerine karşı Erdoğan, Doğu Akdeniz'deki Türkiye'nin haklı çıkarlarını dahi adalet zeminine oturtarak dile getirdi. Bizce bu Türkiye ve Türk modelidir.
Batılı ülkelerin komşuyu zayıflatma ilkesine karşı bu birlikte büyüme çağrısının, "kimsenin haklarımızı yok saymasına müsaade etmiyoruz, etmeyeceğiz" kararlılığıyla desteklenmesi Türkiye'nin bölgesel düzen önerisinin ipucu niteliğinde.
En son olarak da Karabağ meselesi...
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Karabağ'da Azerbaycan'ın Ermeni silahlı gruplara karşı başlattığı operasyona karşı Fransa başta olmak üzere iki yüzlü açıklamalar yapan batılı ülkelere "Artık herkesin kabul ettiği gibi Karabağ, Azerbaycan toprağıdır." diyerek güçlü bir ders verdi.