Başbakan’ın Azerbaycan’a giderken faizlerin yüksekliğinden şikayet etmesi ve düşmesi gerektiğini söylemesi birçok açıdan üzerinde durulması gereken bir konu...
Şu dönemde Türkiye-Azerbaycan ilişkileri de çok önemli. Çünkü Kafkasya’dan başlayarak, Avrupa’ya kadar uzanan geniş coğrafyayı etkileyecek hatta bu coğrafyada yeni sınırların oluşmasına katkıda bulunacak yeni bir dönemi Türkiye ve Azerbaycan enerjiden başlayarak inşa ediyor.
Diyeceksiniz bunun Merkez Bankası’nın faiziyle alakası ne; ben oldukça alakalı olduğunu düşünüyorum.
Şunun artık farkına varalım; Türkiye, Erdoğan’ın kimi zaman tartışılan, itiraz edilen, kimi zaman pek dikkat edilmeyen, kimi zaman da, Türkiye düşmanı olmayan herkesin ‘tamam böyle olması gerekiyor’ diye desteklediği söylemleri, adımları ile niteliksel bir dönüşümü gerçekleştiriyor.
İşte Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinde çizelen rota ile faize ve ranta dayanmayan, üretimi, sanayileşmeyi hatta buradan bilgi toplumuna geçişi destekleyecek ekonomi-politikası bu anlamda çakışır.
17 Aralığın amaçlarından biri: Yüksek faiz
Şunu biliyoruz; Merkez Bankası’nın 17 Aralık sürecinde gereğinden yüksek faiz artırımı, TCMB’nin araçsal bağımsızlığı çerçevesinde, operasyonel bir karardı. Dünyadaki gelişmelerden bağımsız olarak da Merkez Bankası, o dönemde Türkiye’ye yönelik çok yönlü ve amansız saldılar karşısında yeni bir cephe açmamayı tercih etti ve kurlardaki oynaklığı önlemek için beklentilerin de üzerinde -uzun vadeli iradesi bu olmadığı halde- faiz artırdı.
Ancak bu faiz artırımı, TCMB’nin, Erdem Başçı yönetimiyle örmeye çalıştığı yeni, istihdamı, ihracatı destekleyen ve bu yol için elindeki araçları etkin kullanan politikadan da çıkış anlamına geliyordu. Merkez Bankası’nın, enflasyon hedeflemesi çerçevesinde fiyat istikrarı, yeniden tek hedef haline dönüşüyor ve faiz de bu hedef için tek araç oluyordu. Yani ortodoks, faiz öncelikli eski politikaya dönüyorduk. Böyle olunca banka, dış ve iç koşullarda, Türkiye ekonomisinin dinamiklerinden bağımsız, her olumsuz gelişme ve saldırıda faiz silahına sarılmak zorunda kalacaktı. Örneğin 2015’e giderken, Fed’in faiz artırmasının belirginleştiği süreçte TCMB, çok daha yüksek politika faizine zorlanacaktı. Bunun otomatik ve zorunlu sonucu ise sıkı maliye politikasıdır. Enflasyon ve cari açık hedeflerine ulaşmak için TCMB’nin yüksek faizle donanmış sıkı para politikası yetmeyecek ve şu an önümüzde duran TANAP ve GAP’a bağlı tüm yatırımlar hızla sona erdirilecekti. Bunun siyasi sonuçlarını da tahmin etmek zor değil, düşen büyüme ve artan işsizlik, hızla düşen kamu yatırımları, aynı zamanda hızlı bir refah azalması ve yoksul-orta kesimlerden sermaye kesimlerine yoğun gelir aktarımı anlamına gelir. Bu durum, hiç şüphesiz, ilk önce çözüm sürecini vuracak sonra da, büyük metropollerde artan huzursuzluk, sokak eylemlerine dönüşecekti. Tabii bu arada Türkiye’nin çok yüksek reel faizle dışarıya aktardığı kaynaktan bahsetmiyorum bile.
Burayı aşarsak Türkiye, demokrasiyi ve refahı yakalar
Artık şunu çok açık söylemek durumundayım; Başbakan ve başından beri onun çizgisinde olan Ekonomi ve Sanayi Bakanlıkları dışında, TCMB’nin bu sıkışmışlığını sorun yapan ve burayı, faize dayalı, eski IMF’ci politikaları terk ederek aşması doğrultusunda siyasi irade koyan hükümet yetkilisi yok.
Eğer ki Türkiye, burayı Başbakan’ın ısrarla vurguladığı çizgide aşarsa, 2014 ve sonrasında, en az yüzde 6 civarında büyür ve bu büyüme, 10. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda başlıkları verilen ve çerçevesi çizilen sanayi ve bilgi toplumu geçişini aynı anda yapacak, yeni nitelikli büyüme yoluna da giriştir.
Dünyayı değiştirecek yatırımlar...
İşte, Başbakan’ın Azerbaycan’a ziyareti ve tam bu ziyaret öncesi yaptığı düşük faiz çağrısı arasında böyle önemli bir ilişki vardır. Şu unutulmamalıdır; Türkiye’den başlayarak Kafkasya’nın, Ortadoğu’nun ve Avrupa’nın kaderini belirleyecek en önemli projelerden birisi TANAP ve TAP projeleridir. Bu projeler çarpan etkisi çok büyük ve 50 milyar doları bulan projelerdir. Tabii bu projeler, barışı getirecek büyük bölgesel ekonomik ve siyasi entegrasyonun ilk adımlarıdır. Şimdi bu projelerin tamamlayıcısı olan Pasifik ve Avrupa ticari hatlarını güneyden birleştiren kara ve demir yolu ağlarıdır ve bunlar orta ve güney ticari geçişlerini Türkiye üzerinden oluşturur. Bu çerçevede, TANAP-TAP, Bakü-Tiflis-Kars ile başlayan ve Marmaray, İstanbul’a yapılan 3. havalimanı, Kanal İstanbul, Hızlı Tren hatları, limanlar ve yeni karayolu geçişleri ile devam eden yatırımlar silsilesi, şu an dünyada yapılmakta olan nicelik ve nitelik olarak en büyük yatırım projeleridir. Yalnız TANAP-TAP ve 3. havalimanı, çarpan etkileriyle, yüz milyar doları aşan büyüklüğe ulaşıyor. Bu yatırımların, ekonomik olarak arkasından birçok sektörü sürüklemesini bir kenara koyun, bu yatırımların gerçekleşmesinden sonra dünyanın enerji, pazar, ulaştırma, finans ağı tümüyle değişecek ve şimdi belirleyici olan oyuncular ve ülkeler yerlerini başta Türkiye olmak üzere, yeni ülkelere bırakacaklardır. Örneğin, İsrail eski İsrail olmayacaktır; böylece ‘one minute’ ile başlayan ve Mavi Marmara ile devam eden süreç tamamlanmış olacaktır. Bu, Filistin sorununun çözülmesinin en kalıcı adımlarından birisidir. Rusya eski Rusya olmayacaktır; Almanya-Rusya arasındaki örtülü dehşet dengesi bitecek; bu iki ülke Kafkasya, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Türkiye üzerindeki etkilerini yitirecekler ve bu da bölgenin refahı, demokratikleşmesi için hayırlı bir başlangıç olacaktır.
Tesadüf olmayan konuşmalar...
İşte bunun için Başbakan Erdoğan, bütün stratejik -balkon konuşması gibi- konuşmalarında Bosna Hersek’ten Gazze’ye kadar, bu değişimin bütün noktalarına, selam göndererek başlar. Bu konuşmalar, sıradan ajitasyon konuşmaları değildir, çok önceden belirlenmiş, uzun erimli bir stratejinin ifade edilmesi ve anlatılması ve en geniş kesimlerden destek istenmesi konuşmalarıdır.
İşte burada Türkiye’nin Davutoğlu ile iyice belirginleşen yeni ve barış yapıcı dış politikası ile Erdoğan’ın Kafkasya’dan, Avrupa’ya kadar bütün bu büyük coğrafyayı, yeniden siyasi olarak çizecek ekonomik ve siyasi çıkışları birbirini tamamlar; bu, hiç şüphesiz, yeni, bütünlüklü bir çıkıştır ve yalnız Türkiye için değil, bu coğrafyadaki bütün mazlum halklar için yeni bir yol anlamına gelir.
İşte bize düşen de bu yolun, iktisadi, siyasi teorik temellerini, halkların ve ülkemizin çıkarlarını kalıcılaştıracak ve hiç silinmeyecek şekilde tarihe yazmak, anlatmak olacaktır. Bunu, her türlü fiziki ve moral engele rağmen yapacağız.
Bundan sonraki yaşamımızın amacı ve anlamı budur.