Başbakan Erdoğan’ın bu ABD ziyareti belki de, şimdiye değin bir Türk başbakanının ABD’ye yaptığı en önemli ziyaret olacak. Çünkü bu ziyaret yalnız Türkiye-ABD ilişkilerini değil, bölgesel sorunların ele alındığı ve bu bölgesel sorunlara bağlı birçok başlığın gündeme geleceği stratejik bir buluşma olacak.
Bu başlıklar hem ekonomi hem de siyasi gündemi önümüzdeki günlerde belirleyecek. Bir kere şunu belirtelim ki, bu ziyareti tarihsel kılan en önemli ayrım ise, Erdoğan’ın ABD’ye birçok avantajı yakalayarak gitmesi. Örneğin Türkiye’nin IMF’ye olan borcunun bitmesi, yalnızca basit bir borç kapama durumu değildir; Türkiye, artık ‘kreditör’ bir ülke. Yani bu sistemin ekonomik olarak devamını sağlayan ülke anlamına geliyor. ABD’de ‘azgelişmiş’ ülkelere olan bakış basit olarak şudur; ‘ bu ülkeler sonuçta şu veya bu şekilde ‘sistemin’ genel işleyişini engelleyecek, sorun çıkartacak potansiyeli barındırırlar. Bizim yönetimimizde olan IMF gibi kurumlar, işte bu potansiyel sorunları en aza indirmek için vardır, çarklar dönerken o çarka ‘yanlış’ yönetildiği için çomak sokan bir ülkeye ‘yardım’ edelim ki, çark dönmeye devam etsin.’ IMF’nin kredi verdiği hiçbir ülke bu bakış açısına göre, ABD’nin sonuna kadar güveneceği, oturup eşit şartlarda pazarlık yapacağı bir ülke değildir. İstendiği kadar stratejik müttefik falan densin, IMF’nin Maliye Bakanlığı’nın koridorlarında dolaştığı bir ülke, ABD için ancak ‘idare’ edilmesi, faydalanılması ve ‘bazı’ arta kalan işlerin yüklenileceği sözüm ona ‘müttefik’tir.
İşte daha düne kadar Türkiye, ABD için böyle bir ‘müttefikti’. Yani ABD’yi sistemin ağası olarak tarif edersek, bu ağanın IMF gibi kurumlarla borçlandırarak, daha fazla ‘ayak işi’ yaptırdığı sistemin marabaları muamelesi görüyordu az gelişmiş ülkeler.
İşte bu durum, artık Türkiye için, yok... Türkiye IMF nezdinde dünden itibaren kreditör ülke.
Zamanlamanın ekonomisi
Yalnız bu anlamda bile bu ziyaretin zamanlamasının ayarlanması çok önemli bir başarıdır, tek başına. İkincisi Türkiye bölgesinde artık ‘eksen’ bir devlet. Bu tanım, bölgesinde siyaseti belirleyen, yönlendiren, ekonomik olarak da, kontrol sanayilerini barındıran ülke anlamında... Bu kontrol sanayisini barındırma meselesi de Türkiye için yeni bir durum. Tıpkı kreditör olma gibi.
Berlin’den Pekin’e kadar olan büyük coğrafyada, soğuk savaş dönemi de dâhil olmak üzere, temel kontrol sanayilerini barındıran ve bunların teknolojisini tutan iki ülke vardı. Almanya ve Rusya. Almanya, 2. Dünya Savaşı yenilgisine bağlı olarak silah sanayini çevriminin doğrudan içinde gözükmüyordu ama bu sanayinin alt yapısını sağlıyordu. Yani Almanya; makine, makine üreten makine sanayi, demir-çelik sanayi, kimya-İlaç sanayi, otomotiv ve yan alanlarında yoğun katma değer sağlıyor ve bunu ihraç ediyordu. Rusya ise savunma sistemleri ve buna bağlı uzay teknolojisi, enerji, konvansiyonel silah sanayi ve teknolojisi alanlarındaki kontrol sanayilerini elinde tutuyordu. Şunu söyleyelim, soğuk savaş döneminde bile Rusya’nın bu alanlarda geliştirdiği teknolojiler yalnız Rusya ekonomik çevriminde sınırlı kalmamıştır. Hızla sistemin ekonomik alt yapısına dâhil olmuştur.
Almanya ve Rusya başından beri bu kontrol sanayilerinde özellikle enerjide ortak hareket ederler.
Şimdilerde bu durumun kırıldığı ve Almanya’nın bu ‘geleneksel’ kontrol sanayilerindeki hâkimiyetini yitirme sürecine girdiğini görüyoruz. Bugün Almanya’ya sermaye ihraç ederek, orada makine üreten ve ‘Made in Germany’ diye ihracat yapan birçok Türkiye kökenli firma var. Bunun tam tersi de geçerli ama. Almanya’nın geleneksel ‘eski’ kontrol sanayilerinde oluşturduğu tekel kırılıyor ve bu, batıda Türkiye, Çek Cumhuriyeti, doğu da ise G.Kore’den, Malezya’ya kadar birçok ülkenin eline geçiyor. Öte yandan enerjide Rusya tekeli kırılmak üzere.
Türkiye enerji tekelini kırıyor...
Bugün Türkiye ve Azerbaycan’ın alternatif bir enerji piyasası çerçevesinde geliştirmek istedikleri Güney Gaz Koridoru ( Southern Gas Corridor -SGC) bu anlamda yalnız bir enerji hattı inşası değildir. SGC, bugün siyasi bir entegrasyonun ve buna bağlı yeni bir piyasa regülâsyonu içeren çok kapsamlı bir projedir. Yani istikrarı barış ve demokrasi ile sağlamanın ve bu yolla entegrasyonun enerji alanındaki adımlarından birisidir.
Başbakan Erdoğan’ın ABD’de ele alacağı en önemli alt başlık enerji olacaktır. Hem K. Irak enerji kaynaklarının hem de Hazar enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden dünyalaşması bugün ABD’nin desteklediği bir mega proje. Çünkü ABD, yeni güvenlik konsepti gereği Rusya ve İran’ın enerji tekelini kırmak istiyor. Bunun için de SGC’yi destekliyor.
Üç liman...
Tam burada size üç liman söyleyeceğim, bu üç liman geleceği bize anlatıyor, Ceyhan (bir enerji habı olarak) İskenderun ( barışla birlikte hızlanacak büyümeyi omuzlayacak merkez-ki kuzeydeki Hamburg limanının alternatifidir.) ve üç, Lazkiye, Lazkiye mutlaka Türkiye’nin ekonomik çeviriminin içinde olmalıdır. Bu İsrail’in de, ABD’nin de, Arap dünyasının da, Filistin’in de işine gelir ve artık vazgeçilmezdir. Şimdi Esad rejiminin yakında niye gitmesi gerektiği ve Reyhanîye saldırısı daha iyi anlaşılmıyor mu?