Önce belirteyim, “manifesto” tanımlaması bana ait değil, analizlerine her zaman önem verdiğim genç tarihçi dostum Koray Şerbetçi’den...
Medyadaki editör arkadaşlar haklı olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Kasım konuşmasındaki “Artık rejim endişelerini gündemimizden çıkarmalıyız. Bunları konuşarak birbirimizi yormaya gerek yok” sözlerini öne çıkardılar. Benim dikkatimi çeken detay yaklaşım ise şu:
“Cumhuriyetin ilk dönemindeki endişeleri ve hassasiyetleri anlıyoruz. Bu endişelerin ürünü olan pek çok uygulamanın cumhuriyetin benimsenmesi ve güçlenmesi sürecini uzattığını da kabul etmek durumundayız. Ama artık bunları geride bırakmamız gerekiyor.”
Bu, muhafazakar siyaset zemininden gelen, cumhuriyetin kuruluş yıllarından 28 Şubat’a kadar uzanan tarih sürecinde “yerleşik sistemin” dışladığı, baskı altına aldığı bir kesimin en güçlü temsilcisinden gelen tarihi uzlaşma mesajıdır.
Milletin hassasiyetlerini öne çıkaran politikalar üreten siyasi kadrolar, 92 yıllık cumhuriyetin geçmiş uygulamalarına takılıp kalmayacaklarını, sürekli geçmişle hesaplaşarak yürümeyeceklerini ilan ettiler. “Cumhuriyetçilik” kisvesi altında, “vesayet sistemini” halka karşı koruma telaşındaki çevrelerin artık, topluma yeni şeyler söyleme zamanıdır.
Bu, aynı zamanda, ulusal kimliğini bir yemek masasında sorgulayan Serra Yılmaz veya kendisiyle birlikte aynı fotoğraf karesinde yer alan Anadolu kadınlarını bir mesajla aşağılayan Melek Baykal zihniyetinin tutunacak dalının kalmadığı yeni bir dönemin başlangıcıdır.
Erdoğan, Nişantaşı-Cihangir eşrafının sürekli kullandığı “rejim meselesi”ne aslında, yıllar önce, hem de Kahire’de, dönemin yükselen Ortadoğu siyaseti Müslüman Kardeşler’in yüzüne karşı, “bireyler laik olmayabilir ama, devlet laik olmalıdır” diyerek noktayı koymuştu ama bir türlü anlamadılar. Endişem, bu “manifestoyu” da anlamak istemeyecekleridir.
Vesayet güçlerinin zor günleri
Rejim tartışmasını “vesayetin direniş bayrağı” olarak kullananlar açısından zor günler başlıyor, çünkü demokrasiyi sevmiyorlar!.. Halkın tercihlerini “koyunların oylaması” olarak gören, ortaya çıkan “milli iradeyi” daha ilk günden en ağır kelimelerle sorgulayan bir siyasi geleneğe sahipler. Sivil-asker ilişkisini çağdaş zemine oturtmaya çalışan generallerden bile nefret eder tutumları var. “Öyle veya böyle gideceksin” cümlesinde özetlenen anti-demokratik arayışlara açık “Beyaz Türk” siyasetinin değişmesi kolay mı, hiç sanmıyorum.
Ülkenin yaşadığı son iki seçimin sürecinde fena halde çuvalladılar: 1- Bir darbe ile sivil siyaseti yıkıp, neo-con/İsrail mahfellerinin planları doğrultusunda Humeyni gibi bir gün bir uçağa konulup yollanarak ülkeye el koymasının yolu açılacak bir şahsın hareketinin yanında yer aldılar. Böylece gerçek anlamda “cumhuriyetçi” olmadıkları ortaya çıktı. 2- Yandaşlarının “silahlı halk hareketidir” diye tanımladıkları bir terör örgütünün meydan okumasını “iktidarı sarsacak ana unsur” olarak değerlendirdiler. Söyledikleri gibi “Atatürkçü” olmadıklarını anladık.
Hasan Cemal şimdi, Erdoğan’ın Ergenekon ile kol kola girdiğini yazıyor, yanlış... Gazi’nin kurduğu, 92 yılda büyük belalardan geçmiş devlet, kendilerine “cumhuriyetçi-Atatürkçü” diyen kesimin tarih kitaplarına yansıyacak büyük savruluşu karşısında kendini koruma refleksini gösteriyor.
Her şeyin bir bedeli var
Vesayet güçlerinin “rejim düşmanı” ilan ettikleri sivil siyasi kadroların, cumhuriyeti koruma-kollamayı askere bırakmadan sürdürmesi, sandıkta kendini gösteren milli iradenin doğal sonucudur, demokratikleşmenin ufkunu genişletti. Belli ki, PKK ve “paralel yapılanma” ile mücadele konusunda Ankara’da sivil-asker mutabakatı var ve çalışma sivil/meşru siyasi otoritenin kontrolünde sürdürülüyor.
Burada sorulması gereken ana soru, 17-25 Aralık darbe girişiminin öngördüğü kaos ortamında hareketlenmeleri için hazırlanmış askeri unsurlar olup olmadığıdır.
Tablo, sırtını, meşru siyaset dışı hareketlere ve terör örgütüne dayamış tüm siyasi arayışlar açısından vahimdir, “meşruiyet dışı” arayışların demokrasilerde mutlaka ödenecek bir bedeli vardır.
Bu ülkede gerçek demokrasiyi hedeflemiş samimi demokratların soracağı çok soru, bu sorularına da net cevap arayacağı yeni bir dönemden söz ediyoruz...
Çünkü... “Risk” henüz ortadan kalkmamıştır...