Takip edenler mutlaka hatırlayacaktır. Türkiye’nin Suriye politikası üzerinde muhtemelen iki yüzden fazla yazı yazdım. Bunların önemli bir bölümünde olabildiğince soğukkanlı bir yaklaşımla küresel ve bölgesel ölçekte durumu analiz etmeye ve tabloda Türkiye’nin yerini anlamaya gayret ettim.
Kuşkusuz herkes hükümet politikalarını, daha geniş ölçekte devletin bu konudaki hamlelerini eleştirme hakkına sahiptir. Nitekim arşive bakan herkes, pek çok başlık altında bu eleştirileri dile getirdiğimi görecektir.
Ancak bir konuda özellikle bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum. Suriye’de Arap Baharı zincirinin hemen ardından başlayan ayaklanmada, gerek tutarlılık, gerekse bunu taşıyacak araçlar düzeyinde en makul duruşu Türkiye sergiledi. En başında Ankara, devletin tüm üst düzey aktörleri üzerinden Şam rejimine bazı reform hamlelerini acilen yapması yönünde çağrıda bulundu.
Bugün kimilerinin iki de bir hatırlattığı ‘Boğaz’da verilen dostluk kareleri’, bu çağrının yansımasıydı. Sonrası malum. Günler, aylar süren çağrılara kulak tıkadı Beşar Esad ve rejimin asıl sahipleri. Gelinen nokta ortada.
***
Bugün Türkiye’yi yöneten kadroyu, Suriye’yi tanımamakla, ülkedeki dengeleri bilmemekle suçlayanlar, kelimenin tam anlamıyla haksızlık ediyorlar. Aksine, şu anda Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu başta olmak üzere devleti yöneten ana aktörler, Suriye ve genel anlamda İslam dünyasında ne olup bittiğini 1960’lı yıllardan itibaren yakından takip eden isimler.
Hafta başında, tüm dünyayı dehşete düşüren bazı fotoğraf karelerini ve bunları değerlendiren bir raporu TRT ekranlarında dünya kamuoyuna aktardık. Suriye’deki rejimin kelimenin tam anlamıyla ‘savaş suçu’ kapsamına giren işkence ve cinayetlerini sergileyen bu fotoğraflara bir kez bakmak bile vicdanları kanatıyor. Ne tuhaf, kimileri ısrarla ve inatla bu kareleri görmüyor, söz etmiyor, vicdanlarını adeta kilitliyor.
O can yakıcı görüntüleri dünyaya aktarırken, bizi ayakta tutan tek bir sığınağımız vardı. Türkiye, başından itibaren mazlumların yanında oldu, tarih önünde, millet önünde yüzünü kızartacak ve utanacağı bir hamle yapmadı. O nedenle çıkıp insanlık vicdanına seslenebildik.
Kuşkusuz bu fotoğraflar ve ortaya çıkan savaş suçu belgelerinden sonra Suriye konusunda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Suriye’nin sözüm ona dostları, başından itibaren onun katliamlarına sessiz kalan ülke ve güçler, bakalım Cenevre masasında bunları nasıl savunacak!
***
Gelelim bu kavganın bizdeki yansımalarına. Her vesileyle burada dile getirmeye çalıştım. Türkiye’yi uluslararası arenada yalnız ve her konuda kafasına estiği gibi hareket eden bir ülke olarak göstermeye gayret edenlerin, görünürde heyecan verici, ama gerçekte son derece yanlış bir yaklaşım içinde olduğunu defalarca dile getirdim.
Türkiye yalnız değil, izlediği politikaların sarsıcı ve mevcut dengeleri alt üst eden boyutları olsa da değil. Aksine Cenevre II süreci sonrasında Ankara’nın ne denli haklı olduğu üzerinde etrafındaki ittifak daha sağlam hale gelecek.
Bizdeki yansıma? Bir kez daha hatırlatalım. Ülkemiz içindeki kavgayı Tayyip Erdoğan’ı yalnızlaştırma ve uluslararası düzeyde mahkum ettirme üzerine kurgulayanlar, Suriye üzerinden ortaya çıkacak gelişmelere daha yakından baksınlar.
Uyarmadı demeyin. Yeni bir dünya kuruluyor dediğimizde kıyamet koparanlar, bu yeni dünyada Türkiye’nin yerini, özellikle de Erdoğan’ın rolünü gerçekten hafife alıyorlar.