Türkiye’nin son on yılda nereden nereye geldiğini konuşmak için pekçok başlık seçebiliriz. Ancak herhalde önem sırasıyla bakarsak, atılan en önemli adımın, siyasi iradenin güçler dengesindeki yerinin sağlamlaşması olduğunu söyleyebiliriz.
27 Mayıs 1960 darbesini sıradan bir darbe gibi görmemek, aksine devlet içindeki tüm dengeleri alt üst eden bir girişim olarak değerlendirmek gerekiyor. O tarihe kadar devlet-millet-din kavramlarının bir şekilde ortak olarak algılanması, belli sorunların daha fazla derinleşmesine engel oluyordu.
Ancak 27 Mayıs, tıpkı zamandaşı diğer Baas darbeleri gibi, toplumun sahip olduğu değerlerin yerine ‘ideolojik’ duvarlar örmeye kalkışınca, herşey alt üst oldu. Ordu, yüksek yargı, İstanbul sermayesi ve onun uzantısı olan medya eliyle kurulan yeni düzen, bugün hala boğuştuğumuz sorunların da kaynağını oluşturuyor.
***
2006 itibarıyla bu düzenin ana unsurlarıyla ciddi bir hesaplaşma içine girildi. Bu süreci sadece kritik davalar üzerinden okumak eksik olur. Az önce ifade ettiğimiz güçler dengesinin hemen her unsuruyla ciddi bir çatışma yaşandı. Bunların geriletilmesi konusunda siyasi iradenin gösterdiği kararlılık, alınan mesafenin en önemli nedeniydi.
Kuşkusuz mevcut siyasi iktidara destek veren hemen herkesin gelinen aşamada payı var. Böyle ortak bir kararlılık ve özellikle de gelecek tasavvuru olmasa, bu denli zor bir hesaplaşmaya girişmek herhalde sözkonusu bile olamazdı.
Şimdi de aynı şekilde, Türkiye’nin kendi içinde yaşadığı muazzam değişimi devam ettirme ve aynı zamanda bölgesel şartları da dikkate alan yeni bir rota üzerinde aynı ittifakı sağlamak gerekiyor.
***
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 24 televizyonunda dile getirdiği bazı hususları özellikle böyle bir arka planla anlamak daha doğru olabilir. Bu denli ciddi bir hesaplaşma sürecinin en önemli aktörünü kolayca ‘Başbakan artık yoruldu, uzlaşma arıyor’ diye değerlendirmek insaf sınırlarını fazlaca zorlamak olur.
Başbakan Erdoğan’ın yeni dönemin kodlarına işaret eden sözlerini hatırlayalım:
‘TSK’nın özellikle bu dönem içerisinde şu anda geldiği nokta bana göre kendi demokratik parlamenter sistemiyle en uyumlu bir çizgiye gelmiş noktadır. Tabii eksikler yok mu? Var. Ancak zaman zaman bazı medya organları TSK’ya çok haksız yere bir saldırının içerisine giriyorlar. Bakın Türkiye şu anda terörle mücadele eden bir ülke. Soruyorum size. İç ve dış güvenlik diyorsunuz. Buyurun siz kırsal kesimde güvenliği sadece polis teşkilatıyla halledin. Halledebilir misiniz?’
Kurumların sistem içinde sınırlarına çekilmesini sağlamak ve onların içindeki hukuk dışı yapılanmaları tasfiye etmekle; doğrudan kurumları hedef alan yaklaşımları özenle birbirinden ayırmak, herhalde hem hukuka, hem insafa, hem de Türkiye’nin geleceğine daha uygun bir yaklaşım olsa gerek.
Erdoğan’ın şu sözleri de bu çerçeveyi ortaya koyuyor:
‘Şu anda içerde 400’e yakın emekli, muvazzaf subay, astsubayımız var. Bunların hemen hemen ağırlıklı kısmı tutuklu. Ancak elinde senin kesin hükümler yok da yüzlerce subayı, astsubayı örgüt elemanı olarak veya örgüt kuran olarak, hele hele Genelkurmay Başkanı’nı kalkıp da bu şekilde değerlendirirsen burası gerçekten Silahlı Kuvvetlerin kendi içindeki bütün moral değerlerini altüst eder.’
Başbakan, sürekli kavga ve çatışma haliyle değil, iç dengelerini sağlamlaştıran bir yol haritasıyla devam etmek istiyor. Bunun için de hukukun sınırlarını zorlayan, vicdanları kanatan yaklaşımların terkedilmesini istiyor.
Bunu anlamak için biraz kafamızı kaldırıp etrafımızda olup bitenlere bakmakta yarar var.