Bence, zamanında sorulmuş bir soru, Ertuğrul Özkök’ün dile getirmesi (Uçaktaki kemikler kime aitti, Hürriyet, 6.Temmuz.2014) , iyi başlangıç, çünkü, görüyoruz, toplumun en az yüzde 50’si bu sorunun cevabını arıyor, cumhurbaşkanı seçim sürecinin bir yerinde de tartışılması mukadder, yakından bakmak gerekiyor...
Vladimir Putin ile Recep Tayyip Erdoğan’ın, iki ortak özelliğinden yola çıkarsanız, bu soruya çok kolaycı bir yaklaşımla, “olabilir” diye yanıt verebilirsiniz. İkisi de ‘90’lı yılları derin kaos içinde yaşamış toplumlarını derleyip-toparlamış, bunu yaparken de “yönetebilir demokrasi” kelimelerini kullanmış önemli liderler...
Ama, buraya kadar...
Putin: Vesayetin adamı...
Yaşam öyküsünü uzun anlatmaya gerek yok, Putin, “Sovyet vesayeti”nin kararlı bir portresi olarak yer aldı dünya siyaset arenasında.... Sovyetler Birliği’nin dağılmasını ve Gorbaçov-Yeltsin çizgisinde oluşturulan yapılanmayı, “dönemin şartlarında Rus halkının kabule zorlandığı bir trajedi” olarak niteledi, bu cümleyi son olarak, Kırım’ın ilhakında tekrarladı. Putin, Çarlık Rusyası’ndan Sovyetler Birliği’ne miras kalan “hegemonyacı genetiğin” takipçisi olarak ortaya çıktı, bunu da dünyaya Çeçenistan’ı yerle bir ederek gösterdi. Bugün de dünyaya 19’ncu yüzyılın Çarlık Rusya’sının stratejisi ile bakıyor, 20’nci yüzyılın Sovyetler Birliği refleksleri ile davranıyor.
Erdoğan: Tepkinin adamı...
Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal’in ölümüyle yapılandırılan, Soğuk Savaş yıllarında Pentagon’un desteğiyle güçlenen “cumhuriyet vesayeti”nin dışından gelen bir karakter. Günümüzde “Beyaz Türk ideolojisi” olarak kendini gösteren seçkinci/oligarşik yapılanmaya tepkiyi arkasına alarak siyaset yürüyüşünü gerçekleştirdi. “Yıkılmış bir vesayeti yeniden kurmayı” hedefleyen zeminde değil, “bir vesayeti yıkarak devletin yeniden yapılanmasının yolunu açmaya çalışan” portre sergiledi. Putin, Çeçenistan’ı ezdi geçti, Erdoğan, 90’lı yılların “derin devletini” etkisiz hale getirip, Abdullah Öcalan ile müzakere masasının yolunu açtı.
Ekonomi “demokrasi” diyor...
Rusya, bir “petro-devlettir...” Yani, Suudi Arabistan’ın daha gelişmiş modeliyle karşı karşıyayız... Küresel ekonomide rekabet gücü olmayan sanayi alt yapısına, zayıf üretim sistemine sahip, bekasını petrol ve doğal gaz boru hatlarına bağlamış yapı sergilemektedir.
Putin’in, bütün “petro-devlet” kral, emir ve diktatörleri gibi başında bulunduğu devleti ayakta tutmak için “halkının vergisine ihtiyacı yoktur...” Bu durum, Rusya’yı, Putin’in çevresinde yapılanmış oligarşik sisteme yöneltti ve karşımıza “askeri gücünü” pervasız kullanan bir lider çıkardı...
Türkiye, “Anadolu sanayi devrimi” sonrasında bekasını ihracat patlamasıyla sürdürebilen bir devlettir. Ürettiği küresel rekabete açık mal ve hizmeti (turizm) pazarlaması gereken, bu nedenle içinde istikrar ve güven, dışında da barış ve şeffaf sınırlar arayan yapıya sahiptir. Yalnız kendi bünyesinde değil, içinde bulunduğu bölgede çoğulcu demokrasi geliştikçe varlığını güçlendirecek bir devletten söz ediyoruz.
Yaygın sanayi alt yapısı, çoğulcu demokrasiyi -hatta merkezden değil, yerinden yönetimi- zorlamakta, yeni sistem bunu, Şeyh Edebali’nin “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” cümlesiyle ete kemiğe büründürmektedir.
Ordu’nun önemi...
“TSK’nın yıpranma süreci”, iddia edildiği gibi, Ergenekon ve Balyoz Davaları ile başlamamıştır, 27 Mayıs Darbesi ile başlamış, 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül Darbesi ile tavan yapmış, 28 Şubat Süreci’yle de felakete dönüşmüştür. Bunu, en iyi, tüm bu süreçte “genç subaylar” olarak görev yapmış, günümüzün komuta kademesi biliyor. Ergenekon ve Balyoz Davaları’nda sergilenen hoyratlık ve “intikamcı” yaklaşım ne yazık ki, bu meseleyi sağlıklı tartışmamızı engellemiştir, o savcı ve hakimleri af etmek mümkün değil...
“Petro-devlet” olmak Rusya’yı “militer” yapıya sürüklemiş olabilir, ama, TSK, Rus ordusu değildir, özellikle ÖYM’lerin sergilediği ağır hukuk ihlalleri karşısındaki soğukkanlı, sabırlı, demokratik hukuk devleti kurallarına uyan tavrı ile “yeni Türkiye”nin itibarlı kurumu çoktan olmuştur...
Askerler, Güçlü Türkiye=Güçlü Ekonomi+Güçlü Demokrasi+Güçlü Ordu denkleminin içindeki yerlerini bugün kalem oynatan sivillerden daha iyi biliyorlar.
Erdoğan’ın içinde saklı bir Putin var mı, bilemem, ama bu Türkiye’den o çıkmaz, “diktatörlük” makalelerini bu nedenle tebessümle izliyorum...
Türkiye’den “yeni bir Malezya” çıkmadı, Putin’i de beklemeyin...