Dış politika konuşmanın en kolay ve bazıları için de en keyif verici yanı, bir ilgi ve hafızaya ihtiyaç duyulmamasıdır. Hemen bu sabahtan itibaren neresinden isterseniz oradan diplomasiye başlayabilirsiniz. Bilhassa işin ucunda hazzetmediğiniz bir hükümet varsa...
Bugün yaşadığımız manzara da neticede böyledir.
Türkiye’yi Gazze konusunda içeriden kıyasıya eleştirenler ve fikir olarak da meseleyle alakası olmayan Kürecik radar üssünün kapatılmasını önerenler temelde bir politika önermedikleri gibi, duyarlılık da sergilemiyorlar. Yaptıkları, bildik, sıradan, gelişigüzel iç politika didişmesidir.
Gazze’yle ilgilenmek siyasi suçtu
Daha birkaç ay öncesine kadar aynı politikayı “Arapların işine karışmayalım, başımıza dert almayalım” diye kritik edenlerin bugün birdenbire Ankara’ya bir süper güç izafe ederek, “Bir yumrukta indirelim” önerisinde bulunmalarının başka da izahı yoktur.
Türkiye’de Kemalist-sol, CHP ve eski sosyalist akımların oluşturduğu ortak gelenek temelde İslam dünyasının sorunlarına on yıllardır bilinçli olarak kayıtsız kalmıştır. Filistin ve Gazze ilk kez şimdi katliamla karşı karşıya kalmıyor. Ya da şu anda yardıma, ilgiye ve duyarlılığa muhtaç olan tek coğrafya da ne yazık ki o topraklar değildir.
Birkaç ay öncesine kadar Mısır halkı bir diktatör tarafından dünyanın gözü önünde katledilmişti, Suriye diktatörü hala katletmeye devam ediyor. Ve yine on yıllarca geriye gidelim; o sahneler İslam coğrafyasında ne yazık ki hep sahnelendi.
Bugüne kadar Filistin’den Suriye’ye, Bosna’dan Kosova’ya kadar hiçbir olayda itiraz yükseltmeyenler; itirazcıları da “şeriat”, “cihad” ve apaçık “terör”le itham edenler bugün yeniden sahaya inmiş durumdalar.
Önemli bir değişim adımı elbette...
Ama unutmayalım ki, bugüne kadar İslam dünyasının sorunları konusunda taraf olmayan hatta, Batı ve İsrail bakışını seçenlerin sorgulanmaya ihtiyacı var.
Türkiye’de bugün hükümet Gazze için yapamayacaklarından dolayı bile eleştiriliyorsa bu aynı zamanda Tayyip Erdoğan siyasetinin olumlu bir sonucudur. 10 yıl, hatta 5 yıl öncesine kadar Filistin davasına “siyasi” olarak omuz vermenin suç olduğu bir ülkede yaşıyorduk. 28 Şubat darbesinin ve devamında muhafazakar, dindar siyaset ve sivil hareketlere en hassas saldırı noktası İsrail’le problemlerdi. 2006 yılında Hamas lideri Halid Meşal’in ilk Türkiye ziyaretine gösterilen tepkileri de unutmayalım. Parti kapatma kararlarından siyasi yasaklara ve hapisle sonuçlanan süreçlere kadar birçok kararda İsrail karşıtı pozisyonların izleri vardır.
Şimdi, başta Filistin/Gazze hassasiyeti olmak üzere genelde Ortadoğu’ya yönelik ilginin artması ve toplumsal politik görünürlük kazanması AK Parti iktidarlarının sağladığı normalleşmelerin sonucudur. Kemalist-laik paradigmanın iç politikada olduğu gibi dış politikada da gerilemesindendir.
Eski Türkiye her alanda bir tabular ülkesiydi...
Filistinlilerin mağduriyetini biraz yüksek sesle söylemenin rejim ve batı karşıtı olarak yaftalanmak için yeterli olduğu günler uzak değil, unutmayalım.
Erdoğan tehdidi duyarlılığa çevirdi
Nasıl tek tip kimlik tanımın dışına çıkmak bir suç ve tehdit olarak tanımlanıyorsa, ülkenin uluslararası perspektifini de bu laikçi bakış dışında mütalaa etmek de aynı tehdidin parçasıydı.
Erdoğan bugün, bölgedeki bütün sorunları şu veya bu şekilde çözmediği için eleştiriliyorsa buna yol açan kendi siyasal ve diplomatik iddiası olmuştur. Eleştirilerin yüzeyselliği, insani ve dini hassasiyetten ziyade büyük ölçüde iç politikayı hedeflemesi bahs-i diğerdir. Erdoğan, geleneksel politikayı sürdürmüş olsa, kendisine tavsiye edilen bölgenin işlerine karışma tavsiyesine uysa selefleri gibi bugün olup biteni uzaktan seyretme lüksüne sahip olacak ve bir yumrukla masayı dağıtması gibi beklentilerin muhatabı olmayacaktı.