Algı çalışması yapmak üzere kaleme alınan makalelerin bile yok sayamadığı bir olgu var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Barack Obama’nın arasında kişisel bir dostluk bulunuyor. Bu kişisel dostluğun, Obama ile az sayıda liderin arasında bulunduğu saptaması, en muhalif yazıların yer aldığı Amerikan gazetelerinin bile dikkat çektiği bir husus.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılmak üzere Washington’a hareket ettiği saatlere kadar, algı operatörlerinin yanıtını aradığı soru Barack Obama’nın Erdoğan ile görüşüp görüşmeyeceğiydi. Elbette dertleri üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Akılları sıra, dünya süper gücünün Türkiye liderine kırmızı kart göstereceğini teyit etmeye çalışıyorlar. Ev sahibi bir ülkenin diplomasiyi bırakın, en temel insani nezaket kuralları çerçevesinde bile konuğuyla bir araya gelmemesi beklenebilir mi?
Bu görüşmenin formatı farklı olabilir, bunda da bir sorun yok. 2013 yılında Erdoğan ve ailesinin en üst düzeyde ağırlanması... Antalya’da G20 zirvesinde gerçekleşen sayısız buluşma, akabinde her fırsatta yapılan ve saatler süren telefon görüşmeleri... Obama ve Erdoğan arasında Türk-Amerikan ilişkilerinin stratejik dokusuna uygun bir formatta yakın ilişkiler bulunuyor.
Nükleer zirve sırasında ise Obama’nın açıklanan tek resmi teması Çin lideri Xi Jinping ile... Giderayak diplomatik atraksiyonlar yapan ABD liderinin vermek istediği imajı görmüyor musunuz? Küba’ya gidiyor, puro içiyor, Ernesto Che Guevera posterinin önünde poz veriyor. Rusya ile arayı iyi tutmaya çalışıyor. İran ile barışıyor... Onlarca devlet adamının yer aldığı bir buluşmada en uç noktada bulunduğu liderle, Çin devlet Başkan’ı ile olan ikili görüşmesini görünür kılıyor.
Kasım ayında ABD’de başkanlık seçimleri var. Obama, Beyaz Saray’daki son aylarını yaşıyor. Dış politikadaki geleneksel kırmızı çizgileri yok etme çabasında bir Obama görüyoruz. Adeta diplomatik mavra ve manevra yapıyor. Siyasetçiden çok popüler bir aktör gibi dışarıya vermek istediği imaja konsantre olmuş durumda... Giderayak...
Elbette her dostlukta olduğu gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ABD’li meslektaşıyla inişleri ve çıkışları olabilir. Ancak iki liderin yıllardır kritik dosyalardaki mesaileri ve ortak liderlikleri, algı operatörlerinin kriz hayallerinin suya düşeceğinin göstergesi gibi.
Başta DAEŞ ile mücadele, Suriye ve mülteci krizi gibi dosyalarda atılacak önemli adımlar, kriz beklentisi içinde avuçlarını ovuşturanları hezimete uğratacak.
Şurası da bir sır değil, elbette... Tayyip Erdoğan, Türkiye’ye giydirilmek istenen gömleği yırtıp attı. Kişilikli bir siyasete imza attı. Acımasız küresel sistem karşısında mazlumların belini doğrulttu. Batı’nın işine gelir mi bu? Kolay kontrol edebilecekleri bir lideri yani eli zayıflatılmış ve hırpalanmış bir siyasetçiyi tercih edecektir Batı dünyası. Ama iş sadece onların tercihiyle bitmiyor. Halkın tercihi ve her şeyden önemlisi göklerden gelen karar belirleyici oluyor son noktada.
Star, Türkiye’nin Pravda’sı mı?
ABD Dışişleri Sözcüsü John Kirby’ye Washington’daki basın toplantısında bir gazeteci soruyor. Star’ın adını vermeden, Star’ın gündeme getirdiği bir habere ilişkin soru bu. Sipariş olduğu her halinden belli sorular vardır. Diplomatlar durup dururken açıklama yapamayacakları durumda “soru üzerine” açıklama yaparlar. Bu da öyle kokuyor. “Türkiye’nin Pravda’sı” olan hükümet yanlısı gazete... ABD’li gazetecinin sorusu bu yönde... Bir sıfatla, Türkiye demokrasisini sıfırlayıp, demir perde döneminin tek sesli Rus yayıncılığını hatırlatan bir yaftalama çabası... Sorunun içeriğini bir kenara bırakın...
ABD’li basın kuruluşlarının arkasındaki lobileri, algı çalışmalarının araçları olan basın yayın organlarını unutup, Türk basınını hedefe koyan yeni bir saldırı dalgasının habercisi mi bu sipariş soru? Bekleyip görelim.