Geçtiğimiz hafta birkaç günlüğüne geldiğim Paris’te, Fransız basınının yoğun bir şekilde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a konsantre olduğunu gördüm. İki önemli derginin kapağı, sayısız TV programındaki tartışmalar ve son olarak geçtiğimiz ay piyasaya sürülen bir Erdoğan biyografisinin satışı için Fransız gazetecilere fısıldanan anekdotlar...
Elbette Türkiye ile Avrupa Birliği’nin üzerinde uzlaşmaya çalıştığı mülteci anlaşması, bunun karşılığında Türk vatandaşlarının Avrupa’daki serbest dolaşım imkanlarının genişletilmesi, Türkiye’nin terörle mücadelesi, komşu coğrafyasındaki türbülanslar ve hatta savaşlar... Bu saydığım faktörlere bir düzine daha ekleyebiliriz Batı kamuoyunun Türkiye ilgisini açıklamak için...
Sistem değişikliği yönünde atılan adımlar, yeni anayasa ve daha da önemlisi Başkanlık Sistemi yolunda alınması planlanan mesafe de ayakta durmakta zorlanan rejimlere reçete yazmaya alışmış Batı ülkelerinin dikkatini çekiyor.
Erdoğan da bir liderden çok bir “kavram” haline gelmiş Avrupalı kamuoyu oluşturucular için... “Otoriter, despot, diktatör” ifadeleri sökmedi, şimdi yeni tanımlar bulma arayışına girdiler belli ki... Amaç da sadece bir ülkenin, bir inancın değil, yerkürenin tüm mazlumlarının küresel sisteme yönelik itirazlarını kırmak...
Fransa basınının Erdoğan yorumlarında ise dikkat çekici detay şu oldu: Satır aralarında “sultan” ya da “yeni Atatürk rolü” sıfatlarına yönelik bir algı oluşturulmaya çalışılıyor... Elbette menfi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imajını zedelemeye dönük hamleler bunlar...
Fransa’da yaklaşan 2017 başkanlık seçimlerinin kimlik siyaseti üzerinden süreceği yorumları tazeliğini korurken, seçimlere doğru Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedefe oturtan yorumların artacağını da öngörebiliriz. Zira, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Batı’ya meydan okuyan ve meydan okudukça sağlamlaşan bir özgüvenin sembolüdür... Doğulunun, müslümanın, kendisinden olmayanın şaşırtıcı yükselişini hazmetmekte zorluk çekmektedir Avrupalı... Ve bu algı çalışması için manipülatif malzeme bulmak için yorulmalarına bile gerek yok... Zira Fransa ya da herhangi bir Avrupa ülkesinden “aferin” almak için sıraya dizilmiş ve farklı hesapları olan Türkler hazırda bekliyor... Bir ülkenin gizli servisini temize çekmeyi hedefleyen kitaplara imza atanlarının bile bulunduğu
nu gördükçe hele bu çıkarım tartışmasız hale geliyor...
Şimdi bahsedeceğim kitap ise yukarıdaki cümlede usulca dokundurduğum kitaplar kategorisine girmiyor, baştan altını çizelim.
Fransa’da geçen ay yayınlanan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaşam hikayesini anlatan ve Nicolas Cheviron ile Jean-François Perouse imzasını taşıyan “Erdoğan: Nouveau Pere de la Turquie?” Erdoğan: Türkiye’nin yeni babası (ATA’sı) mı? kitabını yeni okumaya başladım...
Oldukça kalın bir biyografi... Ancak uzun uzun çocukluğu, ailesi ve çevresi anlatılmaya çalışılıyor. Ve bu bölümlerde satıraralarındaki hayret ifadesi de okurken ilk beliren çıkarım oluyor okur için. “Yani tam da halkın içinden çıkan, hayat mücadelesini küçük yaşlarda veren bir isim Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk ile rekabet etmektedir.” Kitabın giriş bölümünün özeti tam da bu... Kitabı henüz bitirmedim.
Türkiye’yi “fazlasıyla iyi tanıyan” iki yazarın bu hazmetme zorluğunu nasıl sonuca ulaştıracaklarını da merak ediyorum.
Sonuç olarak, 407 sayfalık kitabın PR’ının iyi gittiği belli ki, Fransız basını kitabın gündeme getirmeye çalıştığı kavramları satın almaya başlamış bile.