Yine “birileri”nin ayağına basıyor, yine “birileri”nin tırnaklarını yemesine neden oluyor, yine “birileri”ni çıldırtıyor.
Neden mi?
Anlatayım.
Yeni kabinedeki değişimlerin, yeni gelen bakanların, gidenlerin ve yerini koruyanların durumunun elbette siyasi bir analizi var. Kimi yorulduğu için, kimi bazı kliklerle yakın temasta olduğu için kimi de Ak Parti içinde çatlağa mahal verebilecek durumları engellemek için değişim yapıldı.
Kulis yazarlarından bunun yorumlarını bolca okursunuz. Ama Erdoğan’ın birilerini çıldırtmasından kastım bu değil. Özellikle iki alanda yaşanan değişime dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunlardan biri Ekonomi diğeri ise Savunma.
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na Düzce milletvekili Faruk Özlü atandı. Savunma Sanayi Müsteşar Vekilliği, Yardımcılığı görevlerinde bulunan Özlü’nün mühendis olmasından daha önemli bir özelliği var. Erdoğan’ın milli ve yerli söylemini destekleyen tüm projelerin göbeğinde yer alan bir isim Bakan Özlü. Türkiye’nin kendi tasarımı ilk milli tankı “Altay”, ilk insansız hava aracı “Anka”, ilk milli gemisi “Milgem”, “Havadan erken ihbar ve kontrol uçağı Awacs, nakliye uçağı “A400M”, “F-35 Savaş uçağı”, “F-16 ve helikopter elektronik harp sistemleri, “yazılım ve simülatörler”, “Uzun menzilli hava ve füze savunma sistemleri” görev aldığı bazı
projeler.
Görevi devraldığı eski Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık ise yeni kabinede Milli Savunma Bakanı oldu. Başta “yerli” otomobil olmak üzere Bilim ve teknoloji alanında birçok çalışmaya imza atmış biri.
Ekonomi alanında ise iki isim dikkat çekiyor. Biri Nurettin Canikli, diğeri Nihat Zeybekçi. Paradan para kazanmaya dayalı faiz ekonomisi yerine üretime ve yatırıma dayalı, kalkınma modeli olarak finans piyasalarını öncelemeyen, bunun yerine üretimi tercih eden bir anlayışı savunan isimler.
Bu iki alanda yapılan tercih Türkiye’nin Milli Savunmayı daha da yerlileştireceğinin, kendi silahlarımızı yapacağımızın, “müttefik”lerimizin desteğine daha az ihtiyaç duyacağımızın ayrıca faiz lobisinin etkin olamayacağının göstergesi.
Sadece bu iki alanda atılan adımlar “birileri”ni çıldırtmaya yetmez mi?
Teröristin yazar olduğu ülke
“Tahıl ambarı” safsatasıyla yıllarca uyutulan, “gıdada kendine yeten ülke” olmayı bir başarı gibi gösterip, savunma sanayinde göbeğinden “müttefiklere” bağlı kalmanın bir acziyet olmadığının söylendiği dönem çoktan geride kaldı. Atılan adımlar birilerini çıldırtıyor ki sesleri ta Almanya’dan Amerika’dan duyuluyor. Mesela Almanya Şansölyesi Angela Merkel “adamlarına” dokunulunca “endişe duyduğunu” söyleme ihtiyacı hissetti.
Benzerini ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü de ifade etti.
Endişe edecekseniz, Fransa’nın iki terörist saldırı sonrası sıkı yönetim ilan etmesini, hakimlere verilen (Fransa’da doğanlar dahil) terör suçuna katılanların vatandaşlıktan ihraç etme yetkisini, sebepsiz gözaltı süresini 2 aya çıkarmasını, 8 yaşında bir çocuğu anma töreninde ayağa kalkmadı diye gözaltına almasını endişeyle izleyin.
Tüm bunlara bir şey diyemeyeceksiniz ama Bese Hozat, Duran Kalkan, Mustafa Karasu, Cemil Bayık gibi teröristlerin “köşe yazarı” olduğu Türkiye’nin “ifade özgürlüğüne” sahip olmadığını iddia edeceksiniz öyle mi?
ABD ve Alman büyükelçilerine soruyorum. DAEŞ lideri Ebubekir El Bağdadi yada El Kaide lideri Eymen El Zevahiri’nin ABD’nin marjinal herhangi bir gazetesinde, yada Almanya’nın Bild gibi tetikçi gazetesinde haftalık köşe yazısı yazmasına müsaade eder misiniz?
Duyamadım. Hayır mı dediniz?