Başbakan Tayyip Erdoğan, nihayet sessizliğini bozdu ve 7 Şubat’taki MİT krizi ile ilgili çok önemli değerlendirmelerde bulundu.
Pekin-Shangay hattında gazetecilerin sorularını cevaplandıran Erdoğan, yargının 7 Şubat’ta MİT Başkanı Hakan Fidan’ı “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağırma hamlesinin, yasamaya ve siyasi iradeye müdahale anlamı taşıdığının altını kalın çizgilerle çizdi.
Başbakan’ın bu konudaki ifadeleri, hiçbir yoruma izin vermeyecek kadar açık ve net: “Yargı görevi olmayan bir alana girdi. Bu konuda hakkı olmayan bir konumda kendini hissedince kusura bakmasın bizi karışsında görür. Yargı kendini yasamanın üzerinde göremez.”
Kuşkusuz Başbakan Erdoğan, Yeni Türkiye’nin ne tür bir mücadele ve hangi maliyetlerle inşa edildiğini çok iyi biliyor.
Bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor ki, AK Parti iktidarı 2002’den bu yana sert bir iktidar mücadelesi veriyor. Üç seçimde de halkın teveccühüne mazhar olan hükümet, gerçek anlamda iktidar olabilmek, daha doğrusu muktedir olabilmek için, bürokrasi, yargı, ordu, sermaye, medya ve bunlarla farklı ilişkiler içinde olan küresel güçlerle zorlu bir mücadele verdi.
Kısacası, Türkiye bu mücadeleler sonucunda normalleşti, demokratikleşti.
Demokratikleşmenin alanı genişleyip, “vesayet” hali geriledikçe parlamento güçlendi, parlamento güçlendikçe de millet iradesi gerçek anlamına kavuştu.
İşte böylesine maliyeti yüksek ama bir o kadar da değerli bir demokratik tecrübeden sonra ortaya çıkan MİT krizi, açıkçası demokratik hafızamızda soru işaretleri doğurdu.
Bu yüzden de, demokrasi ajandamızda temize çektiğimize inandığımız yargı ve bürokrasi bağlamındaki “vesayet” halini yeniden çek etmek durumunda kaldık.
Ve gördük ki, Türkiye’nin normalleşmesinin tam olarak farkında olmayan bazı unsurlar, kendilerine bir takım misyonlar biçerek hükümete rota belirlemeye çalışmaktadırlar.
En açık ifadeyle, terörle mücadelenin önemli bir unsuru olan MİT Başkanı’nı yargılamaya kalkmak, iktidarın terörle mücadele politikasını sorgulamaktır.
Başbakan Erdoğan’ın bu konudaki açıklamaları da son derece açık ve de sert: “Fidan benim sır küpüm. Türkiye Cumhuriyeti devletinin sır küpü. Türkiye’nin geleceğine sır küpü. Uluslararası alanda bu görevi yapanlar ajan olarak nitelendirilir. Operasyon yapacakları zaman görevlendirmeyle devlet adına giderler. ABD, Rusya. Çin, Batı ülkelerin hepsinde var. Hakan Fidan’ı İmralı’ya da gönderen benim, Oslo’ya da gönderen benim. Niye? Ortada bir problem var. Terör mücadelesinde başarılı olmamız lazım.”
Eğer Türkiye’deki sivilleşmeyi, normalleşmeyi geniş bir perspektiften değerlendiremezseniz, Türkiye’nin yıllardır başına bela olan terörle mücadelede kullandığı farklı enstrümanları yargılamak gibi bir yanlışın içine düşmeniz de kaçınılmaz olur.
“İstihbarat elamanları, terör örgütü mensuplarıyla görüştü, dolayısıyla MİT de yargılanmalıdır” mantığının sonuçları, rahatlıkla kendi ayağınıza kurşun sıkmaya dönüşebilir.
Oysa, dünyanın bütün ciddi devletlerinde, istihbarat elamanları ajan olarak terör örgütü içine sızarlar ve devlet için gerekli bilgileri elde ederler.
MİT üzerinden bilerek ya da bilmeyerek yapılan yargısal hamle, aslında Türkiye’nin proaktif dış politikasını, Kürt meselesini, PKK’yı ve bir süredir yaşanan sivilleşme mücadelesini olumsuz yönde etkileyecek bir adımdır. İşte Başbakan Erdoğan’ın ısrarla savunduğu, sivilleşme ve demokratikleşmedeki kazanımlardır, yeni Türkiye’dir.